|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Uluslararası politikanın projektörleri, yarın, Beyrut üzerinde sabitleşecek. Aslında, günlerdir böyle. Ama yarın ve öbürgün, Beyrut'taki Arap Zirvesi'nin nasıl cereyan edeceği ve nasıl ve neyle sonuçlanacağı, sadece Ortadoğu'nun önümüzdeki günlerini değil; Ortadoğu'nun ve tüm uluslararası politikanın önümüzdeki aylarını belirleyecek önemde olacak. Filistin-İsrail Savaşı'nın bundan böyle ne şekle bürüneceği, 'Filistin-İsrail barışı'nın kaderi, bağımsız 'Filistin Devleti'nin kurulma şansı, bu çerçevede Irak'ı hedef alacak bir askeri operasyonun zamanlaması, hatta Amerikan-Avrupa ilişkilerinin içine oturacağı kalıp; birçok şey, Beyrut Arap Zirvesi'nin nasıl cereyan edeceği ve neyle sonuçlanacağına bağlı. 'Nasıl cereyan edeceği ve neyle sonuçlanacağı' ise, Filistin lideri Yasir Arafat'ın Zirve'ye katılıp katılmamasına ve dolayısıyla Suudi (Prens Abdullah) Barış Taslağı'nın Zirve'den çıkıp çıkmamasına dayalı. Arafat, malum, Batı Şeria'nın Ramallah şehrinde ve İsrail'in elinde yarı-tutuklu konumunda. Arafat'ın Ramallah'tan ayrılıp Beyrut'a gidebilmesi, İsrail hükümetinin kararına bağlı. İsrail hükümetinin kararı ise, büyük ölçüde, 'Amerikan baskısı'ndan etkileniyor. Amerika, yeterince 'bastırmaz' ise, İsrail, Arafat'ın Beyrut'taki Arap Zirvesi'ne katılmasını engeller. Arafat'ın Beyrut'a gidip, Arap Zirvesi'ndeki yerini almaması ise, Suudi Barış Taslağı'nın görüşülmesini anlamsız kılacak. Bu durumda, Ortadoğu –özellikle Filistin-İsrail ekseni- yine misli görülmemiş bir kan banyosuna dönecek ve Amerika'nın Irak'a yönelik operasyon projeleri haliyle bundan etkilenecek. Filistin-İsrail Savaşı'nın nasıl ve ne kadar süreceği, 'kaybedecek hiçbirşeyi olmayan' Filistin halkı ile 'herşeyini kaybedeceğinden korkan' İsrail halkının, yeni bir şiddet sarmalına ne kadar dayanabileceği, hangi tarafın önce 'pes edeceği'ni ancak trajik gelişmelerin sonucunda görüp anlayabileceğiz. İsrail'de şimdiden ateşkes görüşmelerinin sonuçsuz kalması halinde, bugüne kadar görülmemiş geniş çapta ve Filistin Yönetimi'nin tüm altyapısını söküp atmayı hedefleyen askeri harekat planları yaptığı söylentileri dolaşıyor. Bu tür gelişmelerin, Amerika'nın 'işine gelmeyeceği' hesaplanarak, Washington'un, Arafat'ın Beyrut'a gitmesine imkan verilmesi için Ariel Sharon'a bastıracağı tahmin edilebilir. Öyle de oluyor zaten; ama, Dick Cheney'den ziyade Başkan George W.Bush'tan 'çelişkili melodiler' geliyor. Bir yandan, Arafat'ın Beyrut'a gitmesini istiyorlar; diğer yandan Arafat'ın 'terörü önlemekte üzerine düşeni yeterince yerine getirmediği'nden, 'duydukları hayal kırıklığı'ndan dem vuruyorlar ve 'İsrail yanlısı oldukları'nı, 'İsrail'in güvenliğini öncelikle' düşündüklerini mutlaka vurguluyorlar. Bu 'Amerikan dalgalanması'ndaki en önemli nedenlerden biri, Amerikan politikasındaki 'İsrail etkisi'. Bu 'etki', özellikle Amerikan bürokrasisi ve medyasında kendisini ortaya koyuyor. Bu konuda, Prospect'in 1 Nisan sayısında yayınlanmak üzere Michael Lind,'İsrail Lobisi' başlıklı çok önemli bir yazı kaleme aldı. Lind'in şu satırlarını izleyelim: "... Sorun medyadaki Yahudilerin günlük haberleri sansürlemesinde değil. Mort Zuckerman ve Martin Peretz gibi ateşli Siyonist yayıncılar var ama onların bu ateşliliği inandırıcılıklarını yitirmelerine neden oluyor. New York Times, Washington Post, Wall Street Journal ve televizyon kanallarının muhabirleri Ortadoğu haberciliğinde bir hayli dürüstler. Sorun, Arap-İsrail ihtilafının herhangi bir tarihi ve siyasi çerçeveye sanki sahip değilmiş gibi sunulmasından. Örneğin, Barak'ın önerdiği Filistin devletinin çeşitli Bantustanlardan oluştuğunu ve önerilen Filistin devletinin topraklarının üzerlerinde askeri kontrol noktaları İsrail karayolları ile çapraz kesilecek cinsten bulunduğunu, Amerikalıların birçoğu bilmiyor. Bunun yerine, Amerikalıların çoğunluğu, İsraillilerin çok cömert bir öneri yaptığına ve bunu Arafat'ın açıklanması imkansız biçimde reddetmiş olduğuna inanıyorlar. İşleri daha da kötüleştiren, büyük medyanın Filistinlileri saldırganlar olarak çizerek, Arap-İsrail ihtilafını haberleştirmesi. Filistin şiddetine karşılık olarak, İsrail, Gazze'ye füze saldırısında bulunmuş oluyor. Hiçbir muhabiri, 'İsrail'in Batı Şeria ve Gazze'de otuz yıldır süren işgali üzerine, silahlı Filistinliler İsrail kuvvetlerine karşı koydular' demiyorlar. Yine de, Ortadoğu'dan haber veren, ister Yahudi olsun ister olmasın, birçok gazeteci, objektif olmaya çok gayret ediyorlar. Önüne engel çıkarılmayan İsrail yanlısı propaganda, haberlerden ziyade, yorumlarda ve köşe yazılarında yapılıyor. İsrail sağı ne yaparsa onu meşru ve olumlu gösteren, William Safire, Cal Thomas, George Will ve Charles Krauthammer gibi bir dizi köşe yazarı ve televizyon yorumcusu var. Anthony Lewis, Flora Lewis ve Thomas Friedman gibi diğerleri sağcı İsrail hükümetlerini eleştirmekle birlikte, İsrail'in ılımlı eleştirisinden biraz daha fazlası (Amerikan) ana medyada bir tabudur." Lind'i doğrulayan örnek, US News and World's Report dergisinin son sayısında, derginin sahibi ve genel yayın yönetmeni (yukarıda adı geçen) Mortimer Zuckermann'ın 'Şer'in Apaçık Yüzü' başlıklı yazısında açıkça görülüyor. Kastettiği 'şer', Arafat. Ve, yazının giriş satırları: "İsraillilerin terkettiği bir Filistin ülkesinin üzerinde dalgalanan bir Filistin bayrağı. Bir yıldan biraz fazla bir süre önce Filistinlilerin bu rüyası, elle tutulacak kadar yakındı. Batı Şeria ve Gazze'nin yüzde 95'inde kurulmuş, Doğu Kudüs'ün Arap mahalleleri başkenti olan bir Filistin devleti, Camp David'in bir hediyesi olacaktı ve şimdi küller ve kanlar içinde yerde yatıyor. Bu, barış içinde yaşamak için çırpınan ama varoluşu için savaşmak zorunda olan bir açık demokratik devlete (İsrail) karşı sistematik terörist saldırıların izlediği Filistin reddiyeciliğinin sonuçlarından biridir... Böyle bir trajedi nasıl olabilmiştir? Çünkü Yasir Arafat, sadece, şiddete evet ve barışa hayır demiştir. Bu nedenle başarısız bir liderdir." Amerikan Ortadoğu politikasını kıstıran Amerikalı İsrail yanlıları için mesele bu kadar basite indirgenebilmektedir. Oysa, 9 Ağustos 2001 tarihli The New York Review of Books'ta yayımlanan 'Camp David: Tragedy of Errors' (Camp David: Yanlışlar Trajedisi) başlıklı ve Clinton'un Ortadoğu danışmanı ve Ulusal Güvenlik Konseyi'nin Ortadoğu direktörü Robert Malley ile onun gibi görüşmelere Filistin tarafında iştirak eden bir Filistinli Amerikalı Hüseyin Aga'nın ortak yazısı, Camp David'in bilinmeyen perde arkasını gözler önüne seriyor ve Arafat'ın rolünün hiç Amerikan medyası ve İsrail propagandasıyla ilgisi bulunmadığını yansıtıyor. Beyrut Zirvesi arefesinde, aynı amansız 'çarpıtmalar'la karşı karşıyayız. Ancak, birşey kesin: Arafat, yine uluslararası politikanın merkezine yerleşti. Arafat ekseninde, onmilyonlarca insanın yakın gelecekteki kaderi belirlenecek. Önümüzdeki 72 saat içinde, 2002'nin geri kalanını ve belki de önümüzdeki yıllar Ortadoğu'nun kaderini daha net görebileceğiz...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |