T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
AB üyeliği bizi dinden imandan çıkartır mı?

İki ayağımıza birden kaya parçası düştüğü için, bugüne kadar toparladığımız bütün tecrübeyi bir kalemde silip atmaya da hazır hale geldik. Bu tecrübe reddi, statükonun değişmesi için ulaşılan fikri birikimi de, Türkiye'nin ekonomik ve siyasal çıkarlarının nerede olduğu konusunda yerleşen kanaatleri de aynı anda berhava edebilir. Çünkü, ekonomik kriz sonrası IMF'ye yönelen tepki, başta Avrupa Birliği'ne, ama bundan daha önemlisi evrensel hukuk ve demokrasi normlarına rezerv koymaya kadar varan bir izolasyon talebine doğru gidiyor.

Bu süreçteki akıl kayması ve saf karışıklığı o kadar belirgin bir hal aldı ki; düne kadar bütün kötülüğün merkezdeki totaliter oligarşik yapıdan kaynaklandığına yürekten inananlar, şimdi aynı yapı ile aynı safta bütün kötülüğün dışarıdan geldiği şarkısını söylemeye başladılar.

Oysa, bugün sözümona ülkeyi kurtarmak için, ulusal seferberlik propagandası üfüren merkezi totaliter yapı yıllarca, iktidarı kendisi gibi olmayanlarla paylaşmamak için elinden gelen her türlü hukuksuzluğu ve demokrasi tecavüzünü pervasızca yapmıştı. Türkiye'nin ekonomi ve dış politika tercihlerinin Washington'a ciro edilmesi işte bu yapısının kendisini hem millet hem de devlet yerine koyma iradesinin bir sonucudur.

Hal böyleyken yani, ülkenin diş politika ve ekonomi konusundaki karar becerisi aylardır "dış mihraklar"ın elindeyken, aynı merkezi yapı bunu görmezden gelmekte ve "dış düşman" pozisyonuna Avrupa Birliği'ni, daha doğrusu Türkiye'nin AB'ye üyelik talebini oturtmaktadır.

Bu yapı adına operasyon yapanlar, anti-AB cephesine asker toplayan güçler doğal olarak, "geleneksel iktidarımız elden gidiyor" diyemeyecekleri için, bazen "vatan elden gidiyor" bazen de "din elden gidiyor" sloganı atmaktadırlar.

Üstelik, içeride dindarlara, dini kimlikte siyaset yapan kişi ve partilere, vakıflara, derneklere, şirketlere, hasılı dinin bütün tezahürlerine karşı; sonuncusu 28 Şubat'ta olmak üzere yıllardır bir Haçlı Seferi teyakkuzuyla baskı uygulayanlar, şimdi aynı kesimden din adına destek talep etmektedirler.

Oysa ortada, ideolojik bir aldatmaca vardır ve Türkiye'nin AB üyesi olmakla dinden çıkacağı iddiası tartışmaya açıktır.

Bu bilgi, 28 Şubat sürecinde toplumu ve siyaseti tanzim etmek için ortaya atılan "Türkiye'de irtica tehlikesi var" sloganına benzemektedir ve bilimsel değil, stratejik nitelik taşımaktadır. Bu da, Türkiye'yi AB'den ve evrensel demokrasi normlarından uzak tutma stratejisidir.

Türkiye'nin AB üyesi olmakla dininden olacağı iddiası hiçbir sosyal fizibiliteye, bilgiye ve analize dayanmamaktadır.

Eğer, bir kültür emperyalizminden ve bir Hıristiyan yayılmacılığı ihtimalinden söz ediliyorsa bu; dün için de, bugün için de geçerlidir. Aynı ihtimal, AB'ye üye olmasak bile dünyanın seyrine uygun olarak yarın için de geçerli olacaktır.

Esasen, eğer ortada din adına bir kaygı varsa, bu tepkinin AB üyeliği beklenmeksizin bugün ortaya konulması gerekmektedir.

Çünkü Türkiye, AB şemsiyesi olsun olmasın her dönemde ve şartta Batılı değerlerin ilgi ve baskı alanındadır.

Bu şartlarda, "üye olursak İslam elden gider" tezi, ancak Batı tarafından geliştirilebilecek "Türkler'i alırsak Hıristiyanlık elden gider" tezi kadar güçlüdür. Ve ikincisi birincisinden daha kayda değer bir tezdir. Zira şu anda, "de facto AB üyesi" konumunda bulunan 4 milyona yakın Müslüman-Türk nüfusu yaşadıkları bölgelerde dini kimliklerini görünür tutmayı başarmış, camileriyle birlikte, dernek ve kültür merkezleri gibi dinsel amaçlı binalarla AB içinde "getto" tarzında da olsa İslami bir alan yaratmayı başarmışlardır. Bundan dolayıdır ki, sözgelimi Berlin'de yaşayan üçüncü kuşaktaki kültürel dejenerasyon, İstanbul'dakinden daha yaygın değildir.

Elbette bu karşı analizler, Avrupa'nın İslam dini anlamında objektif bir bakış açısına sahip olduğu ve bu konuda dürüst bir tutum sergilediği anlamına da gelmemektedir. Avrupa için dini haklar, yani İslam dininin hakları yabancı, hatta düşmanlık potansiyeli içeren kavramlardır ve Batı zihninin bu konuda özeleştiri yapma ve eğer Türkiye'yi üyeliğe kabul edeceklerse de mutlaka dönüşüm geçirmek mecburiyeti vardır.

AB Türkiye'yi arasına almazsa bunun Kopenhag ve Maastrich kriterlerindeki eksikliklerden değil, öncelikle din ve medeniyet farklılığından olacağını tahmin etmek güç değildir. Üyeliğin önündeki en büyük potansiyel sorun da burada; yani, Batı'nın dinsel çoğulculuğu benimseme konusundaki cesaretsizliğinde gizlidir.

Bu yüzden, birgün AB'ye girecek olursa elbette üyeliğe karşı çıkanları haklı çıkaracak; giremezsek de üyeliği isteyenlerin "biz demiştik" diyebilecekleri şeyler yaşanacaktır.

Dünya da, Türkiye de, AB de sadece siyah ya da sadece beyaz değildir, bütün tercihlerin artıları ve eksileri vardır.

Sorun, AB'yi böyle tartışabilmekte ve zihinlerimizi buna göre esnetip, tablodaki hakim rengi gri olduğunu kavrayabilmekte...


26 Mart 2002
Salı
 
MUSTAFA KARAALİOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED