T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Demirel ve Kutan

Geçtiğimiz hafta Ankara'daydım ve siyasetin nabzını başkentte tutmaya gayret ettim. Ankara'da iki önemli ziyaret yaptım.

28 Şubat'tan sonra pek görüşmediğim Süleyman Demirel'le biraraya geldik. Bir de Recai Kutan ile, parti merkezinde uzun uzun sohbet etme imkânını buldum.

Eski dostlar

Doğrusu, Demirel ile görüşmeden önce, biraz tedirginlik hissetmedim değil. Bir yanda "Eski dostlar" şarkısı, diğer yanda "Yıllarımı geri ver" çağrısı.

Demirel'i karşı kampta görünce, uğradığım hayal kırıklığının tesiri ile "Yalanmış yeminlerin... Yıllarımı geri ver" diye biraz romantık sitemler yollamıştım kendisine.

Ama, kolay değil, yıllarca beraber yürümüştük o yollarda, beraber ıslanmıştık yağan yağmurda. Ve eski dostlardık ikimiz. 28 Şubat, Demirel açısından sona erdi diye düşünüyordum. Çünkü bir devlet sorumluluğu taşımıyordu artık.

Okurlarımın bir bölümünün, hatta büyük bir bölümünün Demirel'e öfkeli olduğunu biliyorum. 28 Şubat'ın faturasını ona çıkaranlar bile var.

Fakat ben, 28 Şubat'ın bir yol kazası olduğuna ve Demirel'in temelde, bizim gibi düşündüğüne inanıyorum. Evet, kahraman olmadı... ama kim Batı Çalışma Grubu karşısında kahramanlığa soyundu ki! MGK'da hangi sivilin sesi çıktı, yalan yanlış raporlar karşısında?

Nerede kalmıştık?

Zaten bir hesaplaşma duygusu ile değil, sadece özlediğim bir aile dostunu ziyarete gitmiştim.

Kimileri bana takılıp durur: "Dostluklarında zaman ayarlamasını iyi yapamıyorsun. İktidarda iken aran bozuluyor. O kişiyle, görevden ayrıldıktan sonra beraber oluyorsun."

Bunun çok basit bir sebebi var. Bir gazeteci, iktidardakilerle çok içli dışlı olursa, vazifesini aksatıyor. Hükûmet gibi düşünüp, hep o çizgiyi savunuyor.

Ama Süleyman Demirel benim için çok özeldi. Önce baba dostu; sonra rahmetli Kemal Ilıcak ile eskimeyen uzun bir arkadaşlık. Ve 12 Eylül'ü takip eden yıllarda, Doğru Yol'un ilk kuruluş aşamasında, Zincirbozan döneminde ve sonrasında nefes kesen bir müşterek mücadele...

28 Şubat faciası yaşanmasaydı, bu dostluk devam ederdi.

İşte bu yüzden, bir süre ara verdikten sonra, "Nerede kalmıştık" diye başladık.

Neler konuştuk?

Demirel, hoş bir komplimanla söze girdi: "Bu ne şıklık!"

-Efendim sizin için şıklaştım...

O sıkıntılı hava birden bire dağıldı. Ve lâfın gerisi çorap söküğü gibi geldi.

Demirel ne söyledi diye merak edenlere: Daha ziyade ben konuştum, o dinledi. Tayyip Erdoğan'ı, Ak Parti'yi, başörtülü kızları anlattım. Erdoğan'ın, gazetlerde yazdığı gibi yasaklı olmadığını, değişen 312'nci madde çerçevesinde milletvekili seçilebileceğini, yolsuzluk iddiaları ile önünü kesmeğe çalıştıklarından söz ettim.

-Tayyip Erdoğan meydanlarda kalabalıklar topluyor. Halkın büyük desteğine de sahip, üstelik 50'yi aşkın milletvekili de var. Ama etkili bir muhalefet yürütemiyor, dedim.

Demirel'in yasaklı yıllarındaki o yüksek performansı yakından bilen biriydim; toplumsal muhalefetin merkezi haline geldiğine ve aldığı ödünç oylarla iktidara tırmandığına bizzat şahit olmuştum.

Yalnız arada önemli bir fark bulunduğunu da, hakkaniyet adına teslim etmek gerekiyor. Demirel'in, 12 Eylül'e muhatap olmasına rağmen, bazı çevrelerde "meşruiyet problemi" yoktu. "Derin devlet" onun ayağını kaydırmaya çalışmıyordu. Evren dahi, siyasi yasakların kaldırılmasına karşı katı bir tavır almamıştı. 1982'de gönderildiği mecburi ikamet "Zincirbozan", aslında siyasi mücadelesinde, elini güçlendiren bir mağduriyetti; güzel bir kozdu.

Yeniden siyasete girip girmeyeceğini, ne yapmak istediğini sormadım bile Demirel'e. Zaten siyasetten hiç kopmamıştı ki!

Ayrılırken, "Tekrar görüşelim" kaydını düştük ve vedalaştık.

Kutan ile sohbet

Saadet Partisi Genel Başkanı Recai Kutan ile, genel merkez binasında buluştuk. Saadet Partisi, Refah'ın kullandığı binaya geçmiş. Doğrusu, Fazilet'in binası ile karşılaştırınca, bu mekânı çok daha sevimli buldum.

Kutan, ılımlı bir insan olarak tanınır. "Herkesle iyi geçinelim, ilişkileri koparmayalım" üslubundan artık vaz geçtiğini ve sakınmadan konuştuğunu görünce, doğrusu memnun oldum. Otosansüre gerek kalmamıştı. Kimseye hoş görünme çabası içinde değildi.

Son grup toplantısından bazı cümleleri bana okuyarak, taviz vermeyen yeni üslûbun örneklerini sundu. O grup toplantısından sonra yurdun dört bir tarafından telefonlar almış: "İşte biz böyle dik bir tavır, gür bir ses bekliyorduk" demişler. Recai Kutan, şimdilik AK Parti'nin altında olmakla birlikte, hem bu tavır değişikliği, hem de teşkilât çalışmaları sayesinde, oylarının istikrarlı bir şekilde tırmandığını söyüyor.

Üslûp değişikliği

Meselâ başörtüsü konusuna korkmadan, çekinmeden temas edebiliyor artık Kutan: "Anayasal bir hak olan eğitim hakkı engelleniyor. Hukuksuzlukları engellemeyen iktidarların elinde demokrasi nasıl gelişecek? Çocukları coplayanlar, ellerine kelepçe takanlar insan haklarından yana olamaz."

"Nasıl bir Türkiye istiyoruz? Bu ülkeyi, milletin temsilcileri mi, bürokratik güç odakları mı yönetecek? Siyasetin üzerindeki vesayetler kalkacak mı?"

"Filistin'deki soykırım devam ediyor Soykırımın suçlusu Şaron, Filistin'i kan gölüne çevirdi. ABD, terörist diye ilan ettiği Saddam'ı devireceğini söylüyor, ama, İsrail'in devlet terörü bütün acımasızlığı ile sürüyor. İsrail'in bu pervasızlığı ABD'nin desteği olmadan yapması mümkün değildir. ABD'nin barış istediğine kimse inanmıyor. İsteseydi önce İsrail'i durdururdu."

Medya ve siyaset

Özellikle, medya tarafından hasmane duygularla hedefe yerleştirilen iki parti, (Saadet ve Ak), bugünkü zorlukları, ancak, milleti arkalarına alarak aşabilir.

"Erbakan, özel evrakta sahtecilik yaptı" diye manşet atanlar, acaba, RTÜK'e verilen evraktaki sahteciliğe nasıl bakıyor?

Danıştay'ın Tayyip Erdoğan için, "Dava açılmasına gerek yoktur" şeklindeki "takipsizlik" kararına rağmen halâ, "Tayyip Erdoğan yargılanmalıdır" ve "aklanmalıdır" diye yazanlara, hasıraltı edilen manipülasyon dosyalarını ve 18 ailenin yediği herzeyi (Ali Balkaner'in kaybolan ifadesini)hatırlatmakta yarar var mı?

* * *

Aslan Polat, (Saadet Partisi) "Porno yayıncılıktan mahkûm olan gazete patronunun halâ nasıl imtiyaz sahibi olabildiğini" sordu.

Ergün Dağcıoğlu (AK Parti), televizyon kuruluşlarında %10'dan fazla hissesi bulunanların aldıkları kamu ihalelerinin üzerine kararlılıkla gidiyor. İlgili bakanların ve kamu kuruluşlarının peşini bırakmıyor.

Ama, sorgulayıcı ve millet adına hesap soran bu tavır, birkaç milletvekilinin soru önergesi ile sınırlı kalmamalı. Her kişi ve kurumla ilgili devri sabık yaratılacağı açıkça söylenmeli. Millet, yapanın da, yiyenin de yanında kâr kalmayacağını bilmeli.


26 Mart 2002
Salı
 
NAZLI ILICAK


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED