T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
RTÜK Yasası'nın akla getirdikleri...

Türkiye iyiden iyiye "karnından konuşma"ya başladı. Millet adına, milletten ve milliyetçilikten güç alan, içinde "28 Şubat ruhu"nu ziyadesiyle barındıran "devletçilik kasırgası" ülke semalarında kara bir bulut halinde seyrediyor.

Demokratikleşmeden ekonomiye gerekli yasal değişiklikleri bile rasyonalitenin, değişimin zorunluluğunun ya da evrensel hukukun gereği olarak değil, devlet çıkarlarının, katı bir milliyetçiliğin icabı olarak yapıyoruz.

Ülkenin tüm sorunlarını devletler arası mücadelelere bağlayan, iç dinamiklerin ürettiği sorunları görmezden gelen, bu sorunlar hakkında konuşmayı, tartışmayı imkansız hale getiren, tehlikeli kılan bir kasırga bu. "Tek boyutlu, tartışmayan, düşünmeyen toplum modeli"nin inşaasında adım adım ilerliyoruz

Tabii önce asli tarafı var; sistem tarafı, devlet tarafı var. O zaten bir süreklilik arzediyor. Son üç buçuk ayda yaşananlar, yaşananlara verilen resmi tepkiler, alınan ve alınması öngörülen önlemler sanıldığından ve dünkünden çok daha ciddi ve "totalci" önlemler.

Diğer tarafta ise bu totalleşme sürecini hızlandıran siyasi ve sivil ögeler de var. Yeni bir Takrîr-i Sükûn Kanunu'nu andıran RTÜK Yasası, bu yasanın görüşmeleri sırasında AKP ve SP dışında siyasi partilerin aldığı tavırlar bu duruma açık bir örnek oluşturuyor.

O zaman şu soruyu sormak kaçınılmaz hali geliyor: Nasıl ve neden tekçi bir zihniyet toplumsal ve siyasal mekanizma tarafından da pompalanır hale geldi?..

Yanıt için önce şunu görmek zorunluluğu var:

Siyasi partiler arasındaki farklılaşma sosyal talep ayrışmasını ifade eden doğal bir eğilimden ziyade; içinde terdirginliği, tepkiyi, hatta "depolitizasyon"u içeren özellikler taşıyor. Ülkedeki siyasi partileri kavruklaştıran, temsil kabiliyetlerini zedeleyen, devlete endeksleyen ve cezalı partiler bloğu yaratan "genel siyasi blokaj"ın, biraz da zorunlu ve suni bir izdüşümü olarak karşımızda bulunuyor.

Blokajın ürettiği suniliğin doğrudan bir sonucu olarak, yerel değerlerin ve toplumsal taleplerin siyasileşmesindeki ağırlık "toplumsal alan"dan "siyasi alan"a doğru kaydırdı. Ancak siyasi alana kayış toplumsal istekleri kuşatan bir siyasileşmeden çok, bu isteklerin "steril bir siyasi parti söyleminin içine hapsolarak siyasi nitelikten arındırılmalarını" ifade etti ve ediyor. Zira, ağırlık, toplumsal ve dinamik bir duyarlılığın temsilinden, o duyarlılığı neredeyse "folklorik" bir özellik, değişemez ve siyasi nitelik taşımayan bir veri olarak kabul eden ideolojik bir söylemin belirleyiciliğine doğru yol alıyor. MHP ekolünün ve ona zihniyetten uygulamaya eşlik eden DSP'nin kendilerine yönelen taleplerden çok, "toplumu millete, milleti devlete endeksleyen devletçi bir siyasi parti söylemi"ni, yani "siyasetsizliği" önplana çıkarması bu durumun somut ifadesi olarak karşımızda.

Bu, toplum ve siyaset arasındaki kopukluğun aldığı yeni biçimdir.

Bu kopukluk yerel taleplerin hem maruz kaldığı dış baskılar hem kendi iç sıkıntıları itibariyle yaşadığı ve "milliyetçiliğe de sirayet eden bir bunalım"ı da ifade etmektedir.

Siyasi alanın daralmasından kaynaklanan tıkanıklık, bizatihi toplumsal talep-siyasi temsil düzeyinde üremeye başlıyorsa, daha doğrusu yaşanan siyasi alan daralması bu açıdan da destekleniyorsa, iş vahim demektir.

Nitekim siyasal ve sosyolojik anlamda olan budur, istikrarsızlık, bu noktadan güç ve meşruiyet kazanmaktadır

Evet, esas olan demokrasidir, ancak demokrasi millet iradesi kadar, toplumun çoğulluğunu ve evrensel değerleri ifade eder.

Bunlar sindirilmeden ne değişim olur ne refah gelir…



6 Mayıs 2002
Pazartesi
 
ALİ BAYRAMOĞLU
ALİ BAYRAMOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED