T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Korku ve ecel

Halka güven duyulmayınca korkular üzerine bir siyasi yapı inşa ediyorsunuz. Her adımda bir korku... ve bunun sonucu 77 yaşındaki Ecevit'in zoraki başbakanlığı ve ondan sonrasına yönelik korku...

Oysa ne kadar hormonlanırsa hormonlansın gerçekte olmayan bir başbakanlık bu. Başka türlü doldurulamayan başbakanlığa sembolik bir doldurma. Kuşkusuz bunun da bir anlamı var ama, bu Türkiye'nin ihtiyacı olan bir başbakanlık değil.

Ama Türkiye'nin buna mecbur ve mahkum olduğuna inanılıyor.

Çünkü halk iradesine yeterli güven yok.

Bu öyle bir hükümet ki, koalisyon ortaklarının sandalye sayısı değişse bile başbakanlığın değişmemesi koalisyon protokolüne ilke olarak konulmuş. Bu hüküm, MHP'nin sandalye sayısının artmasına ve DSP'yi geçebilecek olmasına karşı tedbir olarak öngörülmüş. Birkaç gün önce iki partinin milletvekili sayıları 127'de eşitlenince herkesin karnı ağrımaya başlamıştı. İlk güvenceyi koalisyon protokolüne atıfta bulunarak Devlet Bahçeli vermişti, "Bizim başbakanlık gibi bir beklentimiz yok" diye... Düşünün ki, Ecevit başbakanlığa, oradan hastanelere sedye ile taşınsa ve MHP'nin sandalye sayısı DSP'den 10 fazla olsa, gene de Devlet Bahçeli başbakanlık iddiasında bulunmayacak.

Sebep: Koalisyon protokolü...

Peki bu hükmün gerekçesi ne?

Devlet Bahçeli'nin kendisinde başbakanlık kalitesi görmemesi mi?

Yoksa birilerinin MHP'nin başbakanlığına razı olmaması mı? Yani MHP'ye güvensizlik. Yani MHP'nin aldığı oylar tam oy sayılmıyor, bir bakıma içi boş oylar, süne yemiş buğday gibi, yani bir partinin lideri başbakanlık yapabilecek kalitede gürülmüyor. Ama DSP'ye oy veren vatandaşların oylarının içi kurşun değerinde ağırlık taşıyor. Onun için Ecevit, birilerinin koltuklamasında ya da sedyede de olsa başbakanlık yapabiliyor, Bahçeli yapamıyor.

Nasıl bir siyaset bu?

Refahyol hükümetinde çok garip bir biçimde Başbakanlığın dönüşümlü olması kararlaştırılmış, Milli Eğitim, İçişleri, Milli Savunma ve Dışişleri Bakanlıkları Refah'a verilmemişti. Orada da Refah'ın boyun eğmesiyle zımni bir protokol işlemişti.

Bu hükümette ise Milli Eğitim, İçişleri, Dışişleri, Adalet Bakanlıkları kritik bakanlıklar...

Bir el ustaca bu bakanlıklardan uzak tutmuş MHP'yi...

Özellikle de Milli Eğitim...

Bu bakanlık hayret, ANAP'tan bile uzak tutulmuş. Özellikle DSP'nin kontrolüne verilmiş. Neden? Ne var Milli Eğitim Bakanlığı'nda ki orası illa DSP'nin kontrolünde olmalı, ya da neden MHP ve ANAP'ın kontrolünde olmamalı? Demek birileri güven duymuyor MHP'nin ve ANAP'ın Milli Eğitim Bakanlığı görevini üstlenmesine...

İçişleri Bakanlıklarında durum bir başka dikkat çekici... Bu bakanlık, ANAP'ın kontrolünde olmasına rağmen, orada da "bakan" sorunu var... Murat Başesgioğlu'ndan bu yana adam dayanmıyor ANAP'ta bu bakanlığa...

Bir el oynuyor siyasetin mantığıyla...

Oynuyor ama içinde de bir korku taşıyor. Çünkü gelip gelip tosluyor duvara, anlamsızlığa, saçmalığa...

Hadi diyelim Ecevit, bu haliyle de olsa, sembolik hüviyeti içinde götürüyor işi... Hadi diyelim, Bahçeli'nin rızası da Ecevit'in sembolik niteliğine bakarak garip karşılanmıyor!!! Hadi diyelim MHP tabanı, uzun aradan sonra iktidar olma karşılığında bir süre buna tahammül etti!!! Ya Ecevit sonrasında bu durum nasıl sürdürülecek? DSP'nin başına geçecek herhangi bir kişiye de MHP, sayı ne olursa olsun başbakanlık verecek mi? Bu, MHP tabanının içine sinecek mi?

Kimbilir!!! Türkiye kolay anlaşılır bir ülke değil.

Düşünelim ki, iktidarın siyasi ömrü tükendiği halde seçime gitmekten korkan bir siyasi merkez var. Çünkü birilerinde halkın sandıktan kolay güdümlenebilir bir sonuç çıkarmayacağı endişesi var. İktidardaki üç partinin halk zemini erimiş. Üçü birden barajın üstüne çıkamıyor. Tırmanan belli ve birileri o tırmanan ekibe iktidarı vermek istemiyor.

Ondan sonra gelsin oyunlar...
Kaset oyunları...
Medya tetikçilikleri...
Seçim sistemi katakullileri...
Siyasi aktör üretme girişimleri...
Buna rağmen tatmin olamayışlar, güven duyamayışlar...
Ya her şeye rağmen alır giderlerse oyları...
Öyleyse sedyelerde sürünsün Türkiye...
Hani halkın oyu belirlerdi iktidarı!

Türkiye çok partili hayata geçti ama çözemedi bu problemi... Çünkü bir yerlerde odaklaşmış tek parti hassasiyeti, halka güven duyamadı ve bu yüzden Türkiye'yi güdümlemekten bir türlü vazgeçmedi... Demokrasinin temeli olması gereken "Her toplum kendisine layık yönetimi bulur" ilkesine razı olmadı. "Türkiye'de halka en layık olan yönetimi de, gerekirse halka rağmen biz belirleriz, biz belirlemeliyiz" diyen bir zihniyet egemen oldu siyasete... Ve onlar bize sedyeli, koltuklanarak yürütülen bir yönetim sundular...

Oysa bakın, korkunun ecele faydası yok... Her insanın bir yaşa gelince takati tükeniyor. Ne demişler: Adama dayanma ölür! Sürekli birilerinin ikamesiyle bir ülkenin başbakanlığı yürümez. Kaldı ki, birilerinin halktan korkuları sebebiyle takati tükenen bir insana taşıyamayacağı yükü yüklemek de bir işkencedir. Kaldı ki, Türkiye adam kıtlığını bilir ama, bugün böylesine bir tükeniş içinde de değildir.

Siyaset ambargolardan kurtulsun, halkın iradesine bırakılsın ve halk kendisine layık olan yönetimi seçsin... Halk bu hükümetten daha olumsuzunu mu seçer dersiniz? Ben hiç sanmıyorum. 77 yaşından daha yaşlı bir başbakan mı seçer dersiniz? Ben hiç sanmıyorum.


6 Mayıs 2002
Pazartesi
 
AHMET TAŞGETİREN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED