|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
İstanbul'da, bir temel atma töreni var. Tören, Ehl-i Beyt Kültür ve Eğitim Merkezi'ne ait. Törene 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ile Büyükşehir Belediye Başkanı Müfit Gürtuna da katılıyor. Ehl-i Beyt deyince aklımıza ilk önce Hacı Bektaşi Veli geliyor. Bu büyük İslam düşünürü dergahını Orta Anadolu'nun Hıristiyanlık merkezi olan Göreme'de yani Kapadokya'da kurmuş ve buradan fikirlerini yaymaya çalışmıştır. Aklımıza belki şu sual gelebilir: Hacı Bektaşi Veli, dergahını açmak için, neden Göreme'nin bitişiğinde bir yer seçti? Bu sualin cevabını düşünenler belki çok olmuştur. Ancak bu suale en güzel cevabı, Avrupa Konseyi Parlamentosu Başkanı Olivier Reverdin vermiştir. Ona ait çok güzel bir hatıramı anlatacağım. 1970-74 yıllarında, İsviçreli tarih Profesörü Olivier REVERDİN, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Başkanlığı'nda bulunmuştur. Ben de onun yanında Avrupa Konseyi'nin Başkanvekili idim. Reverdin dünyaca tanınmış bir ilim adamıdır, gazeteci ve politikacıdır. Cenevre Üniversitesi'nde, Yunan Tarihi ve Edebiyatı Profesörlüğü yapmıştır. Cenevre'de yayınlanan JOUNALE de GENEVE gazetesinin başyazarıdır ve İsviçre Milletvekili olarak Avrupa Konseyi üyeliğinde bulunmaktadır. 1972 yılında Avrupa Konseyi Başkanı olarak, Türkiye'yi ziyaret etmiştir. Ben de Başkanvekili olarak, ona bu gezisinde eşlik ettim. Strasburg'da, Türkiye programını yaparken Reverdin benden bir ricada bulundu: "Türkiye seyahatimde, Kapadokya'yı ve Hacı Bektaşi Veli Türbesi'ni de ziyaret etmek isterim." Biz programı buna göre yaptık. Türkiye ziyaretinde, bir gün, otomobille Göreme'ye gittik. Oraya daha evvel birçok kez gitmiştim. Ancak, Göreme'yi Yunan Edebiyatı ve Tarihçisi ile birlikte gezebilmenin başka bir özelliği vardı. Reverdin, girdiğimiz her kilise hakkında uzun uzun izahatta bulunuyor, gördüğümüz her resmin her ikonanın önünde durup, o resimlerin içeriğini anlatıyordu. Buradaki ziyaretimizi bitirip, Hacı Bektaş Türbesi'ne doğru yola koyulduk. Yolda giderken kendisine sordum: -Sayın Başkanım, Siz Yunan Edebiyatı ve Yunan Tarihi profesörüsünüz. Ayrıca Hıristiyansınız. Bu sebeple sizin Göreme'yi görmek istemenizi çok iyi anlıyorum. Fakat siz, neden Hacı Bektaş'ı da görmek istediniz? Cevap verdi: -Bu iki yeri birlikte görmeden ve burada olanları birlikte düşünmeden tarihi anlamak mümkün değildir. Türkler Anadolu'yu ve bu arada Göreme'yi de zaptetmiş. Anadolu'nun bu yeni sahipleri kapadokya'ya geldikleri zaman, burada çok güçlü bir Hıristiyan merkeziyle karşılaşmışlar. Burası Hıristiyanlığı öğreten ve yayan bir merkez ve bir okuldu. Türkler, güçlü bir Müslüman devleti olarak isteselerdi bu okulu kapatırlar, resimleri ve ikonaları tahrip ederler ve din adamlarını öldürürlerdi. Halbuki onlar, bu okulu ve bu merkezi kapatmak yerine, onun bitişiğine, bir İslam okulu açtılar... Müslümanlığı yayan bir merkez kurdular. Bin yıla yakın bir süre bu iki okul, birbiriyle kavga etmeksizin, çatışmaksızın yan yana faaliyet gösterdiler. Omuz omuza verdiler ve birlikte yaşadılar... İşte Kapadokya'nın önemi buradadır. Bu olayı böyle görmeyenler, tarihi anlayamazlar. Bu izahatı verdikten sonra bir süre sustu. Arkasından ağzından şu cümleler döküldü: -Bu iki okul, asırlarca yan yana, hoşgörü ve anlayış içinde asırlarca yaşadılar. Görüyorum ki, bu okullardan birisi kapanmış... Diğeri hâlâ çalışıyor... Bu gün hâlâ düşünüyorum: Göreme'ye giden binlerce turist, binlerce Müslüman ve Hıristiyan var. Acaba bunlardan kaç tanesi Göreme'yi bu gözle görüyor? Bırakalım yabancı ziyaretçileri, biz Türk ve Müslüman olarak bu gerçeği görebildik mi? Bu gün herkes şunu biliyor ki, Hacı Bektaşi Veli bütün Müslümanlar'ın hürmetle yad ettiği büyük bir mutasavvıf, büyük bir İslam alimi ve Ulu'sudur. Bu büyük İslam alimini daha çok Alevi vatandaşlarımız sahiplenirler. Onun Bektaşiliğin ve Türk Aleviliğinin kurucusu olduğunu kabullenirler. Hacı Bektaşi'yi çok az tanıyan kimselerin bile inandığı bir husus vardır. Hacı Bektaşi Veli bir sulh elçisidir. İslamın hoşgörüsünü temsil eder. Daima bu yolda dersler vermiş ve telkinde bulunmuştur. Buna rağmen zaman zaman gerek tarihimizde ve gerekse günümüzde Alevi ve Sünni vatandaşlar arasında anlaşmazlıkların olduğunu inkar edemeyiz. Ancak, bu anlaşmazlığın sebeplerini bilenimiz var mıdır? Düşünüyorum ve herkesi düşünmeye davet ediyorum: Bin yıla yakın Göreme'de yan yana ve hoşgörüyle çalışan bu iki okulun talebeleri acaba, hocalarının kendilerine öğretmek istediği hoşgörü ve anlayışı kavrayabilmişler midir? Biz o talebelerin torunları, bu büyük espriyi kavrayabilmiş miyizdir? Alevilik ve Sünnilik, İslam'ın iki farklı yorumu olarak kabul edilmektedir... Bu iki yorumun da ortak noktası, hoşgörü dialog ve karşılıklı anlayıştır. Politikacılarımız arasında, bu iki farklı yorumun birisine, kendisini daha yakın hissedenler olabilir. Ancak şunu belirtelim ki, ne Alevilik ve ne de Sünnilik, hiçbir siyasi görüşün arka bahçesi değildir ve olmamalıdır. Bu iki inanışa sahip vatandaşlarımız, asırlar boyu yalnız birbirleriyle değil hatta Hıristiyanlar, Museviler ve başka inançlara sahip insanlarla da yan yana yaşamışlardır. Hepimiz Müslüman olduğumuz halde, bugün neden Türk olarak birlikte ve kavgasız yaşayamıyoruz. Bu sözleri, sadece politik malzeme olarak kullanmak isteyen siyasiler için kullanmıyorum. Kendisini politik malzeme olarak kullandıran vatandaşlar için de söylüyorum. Biz Elhamdülillah Müslüman'ız. Avrupa Konseyi Başkanı Reverdin, bir Hıristiyandı. Acaba diyorum: Reverdin Hıristiyan olmasına rağmen Müslümanlığı bizden daha mı iyi anlıyordu?
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |