T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Tekno-pagan/izm: "öküz"e (b)akan "(t)ren" (2)

İnsanın, doğanın, gezegenimizin geleceğinin ilk kez hep birlikte yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı bir çağda yaşıyoruz. İnsanlık tarihinde ilk kez böylesine tuhaf ve ürkütücü bir durumla karşı karşıyayız. Hem tuhaf, hem de ürkütücü sözcüklerini bilinçli olarak yanyana kullandığımı hatırlatmak isterim.

Yaşadığımız durum, neresinden bakarsanız bakın gerçekten ürkütücü: İnsanın, doğanın ve gezegenimizin geleceğinin bu denli tehdit altında olduğu başka bir dönem yaşanmadı insanlık tarihinde. Ama insanlık, sanki hiçbir şey olmuyormuş gibi hareket ediyor; yuvarlanıp gidiyor. İşte tuhaflık burada. Hangi bilimsel disiplinin enstrümanlarını ve argümanlarını kullanırsanız kullanın, sonuçta varacağınız sonuç; insanı, doğayı ve gezegenimizi hiç de iyi bir geleceğin beklemediği şeklinde olacaktır:

İnsan onuru, insanlık tarihinde hiçbir zaman günümüzde olduğu çapta ve boyutlarda çiğnenmemiş ve ayaklar altına alınmamıştı: Masum, savunmasız, terörize edilen insanların, çocukların, kadınların, tüm insanlığın gözü önünde (Filistin'de, Bosna'da, Afrika'da, Çeçenistan'da, Özbekistan'da, Afganistan'da olduğu gibi) kitleler halinde katledildiği, onurlarının ayaklar altına alındığı bir dönem insanlık tarihinde daha önce yaşanmadı. Elbette ki, başka dönemlerde de insanlar katledildi; ama hiçbir dönemde bu katliamlar insanlığın tümünün gözünün önünde (bu çapta, bu ölçekte ve bu boyutlarda) cereyan etmedi.

İnsanın durumu ve onuru için söylediğim şeyler, doğanın ve gezegenimizin durumu için de aynen, belki de daha fazlasıyla geçerli. Burada bu konuda çarpıcı örnekler verebilirim; ama buna yerim elvermez. Sadece doğaya, doğadaki varlıklara, gezenimize, atmosfere, ozon tabakasına, hele de okyanuslarda / denizaltında gelişmiş silahların denenmesi nedeniyle gerçekleştirilen vahşete, cinayete dikkat çekmek yeterli, sanırım.

Evet, her şey ortada; ama bütün insanlık sanki hiçbir şey olmuyormuş gibi yaşıyor, yuvarlanıp gidiyor.

Neden hiçbir şey olmuyormuş gibi hareket ediyoruz, peki? Burada çok tuhaf bir tuhaflık var. Elbette ki, tekno-paganizmin hayatımızın her bir tarafını kuşatan, hayatımızın her anına nüfûz eden ayartıcı gücü, ve dolayısıyla ürettiği din-dışı kutsallıklar yoluyla bizi insanın, doğanın, dünyamızın sorunlarına karşı yabancılaştırması, duyarsızlaştırması, hayattan koparması, geçici ve sapkın hazlar, kaçışlar sunması nedeniyle ne olup bittiğini "göremiyoruz". Çünkü tekno-paganizmin kültür endüstrisinden eğlence endüstrisine kadar tüm alanları; durmamacasına din-dışı kutsallıklar ve dolayısıyla geçici ve baştan çıkarıcı hazlar, kaçış ve trans biçimleri üretiyor ve böylelikle aklî yetilerimizi, duyarlıklarımızı, analiz, eleştiri ve protesto imkânlarımızı iptal ediyor, tedavülden kaldırıyor.

İlk tekno-paganizm yazısını yazdığımda, tekno-paganizm sözcüğünü ilk kez benim icat ettiğimi / kullandığımı söylemiştim. Ancak internet'te yaptığım araştırmalardan sonra, bu sözcüğün daha önceden icat edildiğini ve kullanıldığını öğrendim. Ve şaşırdım. Gerçi tekno-paganizm sözcüğü, benim burada kavramsallaştırmaya çalıştığım anlamda kullanılmıyordu. Ama tekno-paganizm olarak adlandırılan bir "din" kurulduğunu, bu "din"in "kilise"lerinin internette bile tıkır tıkır işlediğini, "hizmet verdiğini" (!) görünce, gördüklerime ve okuduklarıma inanamadım.

Başlangıçta bu konuda sadece bir iki yazı yazmayı tasarlamıştım; ama anlaşılan o ki, bu konu bir iki yazıyla halledilebilecek, başa çıkılabilecek bir konu değil.

Burada paganizmi çeşitli boyutlarıyla, görünümleriyle tarihsel kökenlerine kadar inerek inceleyeceğim. Ancak paganizmin çağımızda nasıl ve neden çeşitli şekillerde yükseldiğine kısaca bakmamız gerekiyor.

İnanması zor gibi gelebilir ama bugün Batı'da insanın, doğanın ve gezegenimizin yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kaldığına dikkat çeken tüm hareketler, örtük ya da açık şekillerde paganizmden besleniyorlar.

Batıda Karşı-Aydınlanma döneminden (19. yüzyıldan) bu yana insanın, doğanın ve gezegenimizin karşı karşıya kaldığı bu ürkütücü duruma başkaldıran çeşitli düşünsel, siyasi, toplumsal, kültürel ve sanatsal hareketler çıktı: Romantizmden anarşizme, çevre/cilik hareketlerinden karşı-kültür hareketlerine, varoluşçuluktan sürrealizme, New Age hareketlerinden Beat Kuşağı'na, hippi hareketinden punk hareketine kadar pek çok hareket, insanlığın, (Batı uygarlığının k/uyruğuna takılarak) hiç de iyi bir yöne doğru gitmediğine dikkat çekti ve bu tuhaf ve tehlikeli gidişâtı kendince sorguladı.

Bu hareketler arasında gücünü büyük ölçüde yitirmesine rağmen felsefi düzlemde günümüze kadar varlığını bir şekilde sürdürebilen tek hareket anarşizm. Çevrecilik hareketleri, başlangıçta bir hayli ümit vadetmişlerdi; ama sonunda bu hareketlerden ortalıkta neredeyse eser bile kalmadı.

Böyle olması kaçınılmazdı; çünkü bu hareketlerin hepsi de Batılı seküler paradigmanın İÇİNDEN yükselen hareketlerdi; seküler paradigma, bu hareketlerin tümünü zamanla baştan çıkarıcı şekillerde içselleştirerek, kendisine (hakim söyleme) eklemledi ve dolayısıyla yok etti.

Oysa yapılması gereken tek şey vardı: Foucault'nun deyişiyle alternatif hareketler veya oluşumların kök salabilmesi için Batılı (seküler) paradigmanın DIŞINA çıkabilmek.

Seküler Batı kültürü, son olarak bu seçeneği de denemeye başladı: Şimdilerde seküler Batı kültürünün çatlaklarını onarabilmek, tahribatını tedavi edebilmek ve taze kan devşirebilmek için yoğun bir şekilde zaten tersinden seküler olan (=dünyadan/fizik gerçeklikten bağımsız kutsal bir alan tayin eden ve her şeyi o alana endeksleyen) Hinduizm'i, Budizm'i, Taoizm'i, (fizik gerçekliği/bu dünyayı kutsayan/mutlaklaştıran) seküler Batı kültürüne eklemlemeye çalışıyor. Ama sonuçta ortada Hinduizm'den, Budizm'den, Taoizm'den eser kalmıyor. Çünkü seküler Batı kültürü, hiçbir direniş güçleri olmayan bu Doğu kültürlerini hadım ediyor, kendisine benzetiyor (içlerini boşaltarak sekülerleştiriyor) ve sonra da posasını çıkararak kaldırıp atıyor.

Seküler Batı kültürü, diğer Doğu kültürlerine karşı yaptığı şeyi İslâm'a karşı yapamıyor: Çünkü İslâm, seküler Batı kültürüne eklemlenerek hadım edilmeyi ve tüketilmeyi reddeden, hem fizik gerçekliği, hem de fizik ötesi gerçekliği dengeli bir şekilde harmanlayabilen bir dinamizme sahip.

Sonuç: Batıdaki muhalif hareketler ve Doğu kültürleri seküler paradigmaya kolaylıkla teslim olabiliyorlar. Dolayısıyla binbir türlü paganizm biçimlerinin mantar gibi bitmesi, zuhur etmesi kaçınılmaz hale geliyor. Neden? Çünkü paganizmin dölyatağı sekülerliktir / laiklik'tir de ondan.

Sonuçta sekülerliğin çatlaklarından, tahribatından, ruhsuzluğundan kurtulabilmek için yeniden dönüp dolaşıp paganizm biçimlerinde karar kılınıyor. Bu fasit daireden tek çıkış yolu var: Vahiy'le aklı buluşturabilmek. Bugün vahiyle aklı buluşturabilen tek dünya tasavvuru İslâm. (Paganist/seküler Batılı hegemonların neden barbar bir şekilde İslâm dünyası üzerinde çullandıklarını şimdi daha iyi anlıyor olmalısınız).

O halde tekno-paganizm çağını iyi anlayabilmek ve anlamlandırabilmek için bizatihi paganizmin kökenleri, temelleri ve tarihsel seyrüseferi üzerinde durmamız gerekiyor.


6 Mayıs 2002
Pazartesi
 
YUSUF KAPLAN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED