|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Bu toprakların asli sahibi ve ana gövdesi olan müslümanları "ötekileştiren" malum zümrelerin başından beri en iyi becerdikleri şey, "kırma" ve "koparma"dır. Son yüzelli yıldır müslümanların yaşadığı tüm kırılma ve kopuşların başrol oyuncuları onlardır. Çünkü, sahne önüyle ve arkasıyla onların tasallutu altındadır. Kırmak ve koparmak için "güç", "iktidar" ve "para"yı cebren ve hileyle ele geçiren malum zümreler, içinden geçtiğimiz uzun fetretin hem bânîsidirler, hem de hâmîsi. İyi tamam da, bu zümreler fetreti niçin himaye etme ihtiyacı duyarlar? Bunu bilmeyecek ne var? Varlıklarını fetretlere borçludurlar da ondan. Sözkonusu zümreler, işte bu nedenle, bu toprakların asli unsurunun inancından, medeniyetinden, kültüründen, dilinden, hayat tarzından; özetle bütün bunların temelinde yatan İslam'dan "uzaklaşmakla" kalmayıp, "uzaklaştırmayı" da varoluş amacı olarak görmektedirler. Onlar bu ülkeyi yazdıkları senaryoyu sahneleyecek bir tiyatro gibi algılarlar. Bu ülkenin asli unsuruna ise, kendilerini izlemeye mecbur bir 'seyirci sürüsü' muamelesi yaparlar. Yapılıp edilenlerin bir "tiyatro", bir "oyun", bir "kurgu" ya da bir "daramaturji"den ibaret olduğunu anlamamamız için, tüm "ikna" metotlarını kullanmaktan da çekinmezler. Bu ikna metotları arasında hem "havuç" hem de "sopa" vardır. Aslında "ikna odaları" yalnızca tesettürlü kızlar için okulların girişine kurulanlardan müteşekkil değildir. Bütün bir ülke, malum zamanlardan beri her karışıyla bir "ikna odası", malumlar tüm ceberrut tavırlarıyla birer "iknacı"dırlar. Tabi ki millet de "ikna edilmişler", "ikna edilmeye aday olanlar" ve "iknası mümkün olmayanlar" olarak üçe taksim edilip fişlenmiş –malumların ifadesiyle– "kuyruklar"dır. Dekor, kostüm, ışık ve ses efektleri... Her şey ama her şey, salonlara sürü gibi doldurulup kapıların üzerlerine kilitlendiği bu sessiz yığınların oyunu "gerçek sanması" üzerine kuruludur. Bunun için kimi zaman oyunculardan bazıları seyirci aralarına oturarak, seyircinin de oyuna katıldığı izlenimi vermeye çalışır. Onlardan bazıları da, seyircilerden kalkan kimi parmak sahiplerini uzun süren bir torna-tesviye işleminden geçirdikten sonra sahneye alarak, "katılım sorununu" çözdüğünü sanır. Fakat, sahneye çıkanlardan kimileri, bütün bunların bir "oyun" ve kendisinin de bu oyunda kullanılıp atılacak bir "figüran" olduğunu anlarsa, malumların keyfi bir kaçar bir kaçar ki, sormayın. Bu basiretli figüran, bir de cesaretli çıkarak "oyunu bozmaya" yeltenirse, işte o zaman perde kapanır ve oyunun farkına varan densiz figüranın "işi bitirilir". Siz buna "tarihin en ciddi şakası" da diyebilirsiniz. Evet, bu uzun fetret döneminde ciddiye almamız istenen ne varsa, sizi temin ederim ki, hepsi de –en hafif deyimiyle– bir şaka. Bu yüzden de başarısızlıklar, ciddiye almamaktan değil, bazen aşırı ciddiye almaktan kaynaklanıyor. Yeldeğirmenlerine karşı savaşan Donkişot gibi, boşa enerji tüketiliyor. Yıkmaya şartlananlar, ortada yıkılması gereken –çarpık da olsa– bir "yapı" olduğu zehabına kapılanlardır. Aslında ortada bir "yapı" yok. Zaten "yıktırmam" diye yırtınan malumların bir amacı da bu: Sanki ortada –kötü de olsa– bir yapı varmış izlenimi vermek. İşte fetret bu... Ve bazen fetretler fıtratların ortaya çıkmasına neden olurlar. Kırılmalar, yeni kaynaklar ortaya çıkarırlar. Uzun süredir biriken enerji, kırılmaların oluşturduğu fay hatlarını kullanarak yüzeye çıkarlar. Yer kabuğu tüm şifalı sularını, tüm kaplıcalarını bu kırılmalara borçludur. İnsanoğluna, bazen bir "deprem" felaketi olarak yansıyan olayın, böylesine olumlu bir yanı da bulunmaktadır. Heyelanlar da öyle değil midirler? Aslında, bir yanıyla "kayma", "yıkım" ve "göçme"nin nedeni olan heyelanlar, bir başka yanıyla "yorgun toprakla dinç toprağın yer değiştirmesi" sonucunu getirmezler mi? En azından insanlara "servis yolu" yapmayı öğretirler. Fıtrat, kaynağı vahyin kaynağıyla aynı olan insanın ontolojik altyapısıdır. Yani, ilahi bir formattır. Bu ilahi format, aynı kaynaktan beslenen bir üst yapıya kavuşursa beşer "insanlaşır". Çünkü insan, ancak bu durumda "kişilik kırılması", "kimlik parçalanması" sorunu yaşamaz. Eğer üstyapı fıtrat altyapısına uymazsa, bu "insanın kendisine yabancılaşmasını", dolayısıyla eşyaya, çevreye ve Allah'a yabancılaşmasını getirir. Altyapı olan fıtratla aynı kaynaktan beslenmeyen her üstyapı girişimi, sadece yabancılaşma ve kişilik kırılması sorununu ortaya çıkarmakla kalmaz, aynı zamanda ilahi format olan fıtratı da tahrif ve tahrip eder. Tıpkı kendisine ait olmayan farklı dişteki bir somunu bir civataya zorla geçirmek gibidir. Bu işlem, civatanın da yalama olması sonucunu doğurabilir. Yani yanlış üstyapı, doğru altyapıyı da bozabilir. Fakat, "tarihin en ciddi şakası"nın "kara mizah" formatında icra edildiği bu topraklarda, insanların vicdanlarına geçirilmiş –ters diş de olsa– var olan bir somunun olmadığını düşünüyorum. Eğer olsaydı, Satanistlerin, Misyonerlerin, Moonların, Şiri Mataji'lerin dolduracağı bir boşluk oluşur muydu? Olsa olsa, fıtratların üzeri örtülmüş ya da örtülmeye çalışılmıştır. Fetret, "fıtratı" tekrar ortaya çıkarmak için, "fırsata" dönüştürülebilir mi? Neden olmasın?
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |