|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Siyasette bir canlanma, bir hareketlenme var. AK Parti lideri T. Erdoğan uzun zamandır Türkiye'yi dolaşıyor. Gittiği şehirlerde partisinin teşkilatlarını açıyor, geniş katılımlı mitinglerde konuşuyor. Halkı harekete geçiriyor, uzun zamandır göremediğimiz bir coşku, canlılık ve heyecan uyandırıyor. Belli çevreler tarafından umut olarak takdim edilen Mehmet Ali Bayar, sonunda siyaset meydanına çıktı ve geçen hafta sonundaki kongrede Demokrat Türkiye Partisi (DTP) Genel Başkanlığı'na seçildi. Kongrede yaptığı konuşmada, daha önce gazetelere verdiği demeçlerde ve kendisiyle yapılan röportajlarda iddialı sözler etti. Anlaşılan kendisi iktidar çıtasını bir yerlere yerleştirmiş ve bu çıtaya ulaşacağı umudu taşımaktadır. Ama açıkça görünen bir şey var ki Bayar, ABD iken daha etkiliydi, gelip siyaset camiasına ayağını atınca tökezlemeye başladı eğilimi veriyor. Hele 28 Şubat'ın şaibeli partisi DTP'in başına geçmesi umudu bitiriyor. Siyaset dünyasının aktif aktörlerinden biri olan Melih Gökçek de, iddialı ve heyecanlı bir konuşmayla nihayet Demokrat Parti'ye geçtiğini açıkladı. Yakında bu partinin genel başkanlığına geleceği kesin. Demokrat Parti'yi tek başına iktidara taşıyacağını, projelerle ortaya çıkan tek parti olduğunu iddia etmektedir. Bunların yanında yine geçtiğimiz günlerde merhum Özal döneminin en önemli siyasetçilerinden Hüsnü Doğan Avrasya Partisi ile siyasete yeniden adımını attı. Haydar Baş Bağımsız Türkiye Partisi ile bir şeyler yapmak istiyor. İlhan Kesici ve Sadettin Tantan'ın da parti hazırlıklarının devam ettiğini duyuyoruz. Merkez sağ diye ifade edilen kesimde bu hareketlilik olurken sol da duracak değil. Orada da bitmek tükenmek bilmeyen hazırlıklar, yeni oluşumlar ve çabalar var. Murat Karayalçın SHP'yi yeniden canlandırmanın peşinde. Mümtaz Soysal ve arkadaşları Bağımsız Cumhuriyet Hareketi'ni olgunlaştırmaktadırlar. Sema Pişkinsüt zaten yeni bir parti ile ortaya çıktı. Liderlerin ve partilerin artması sorunu çözecek mi? Bütün bunlar siyasette bir bolluğun, renkliliğin ve canlılığın işareti sayılabilir. Bu gelişmelerle siyasetin, uzun zamandır içine girdiği tıkanmışlık, hareketsizlik, işlevsizlik ve bitmişlik halinden çıkması imkanı var mı? Bir piyasada rol oynayan aktörlerin çoğalması rekabeti artırır ve dinamizmin gelişmesine katkıda bulunur diye düşünülerek siyasetteki bu bolluğun da rekabeti ve dinamizmi arttıracağı beklenebilir mi? Kendi adıma bunun çok yanıltıcı bir görüntü verdiğini düşünmekteyim. Sebebi şu, Türkiye'de siyasetin içinde bulunduğu mevcut anomal durum siyasal aktörlerin yokluğu ve kişiliğinden kaynaklanan bir durum değil. Yani Türk siyasetinde aktörler olmadığı, liderler bulunmadığından dolayı siyaset bu durumda değil. Belki de siyaset yapısal olarak böyle olduğu için aktörler etkili olamıyorlar. Bu söylediklerimi biraz açmam da yarar var. Siyasetin içinde bulunduğu çözümsüz, etkisiz, işlevsiz ve tıkanmışlık durumu yapısal bir durumdur. Siyasette rol oynayan aktörlerden de kaynaklandığı söylenebilirse de temel neden bu değildir. Dikkat ederseniz siyasete dalan bütün yeni liderler ve aktörler sorunu siyasetin yapısal tıkanmışlığında aramıyor aktörlerde arıyorlar. Şunu demek istiyorlar; "mevcut liderler bu işi beceremiyor, biz bu işi iyi beceririz, biz siyaseti ayağa kaldırırız". M. Ali Bayar'ın da, Melih Gökçek'in de diğerlerinin de konuşmalarına egemen olan ana tema budur. Kendilerinin yokluğu siyasetin çökmüşlüğünün ana nedeni gibi gösteriliyor. Aktörler önemli ama... Elbette siyasette aktörlerin kişisel nitelikleri ve becerilerinin önemli bir payı var. Ama Türk siyasetini bir liderin kişisel çabalarıyla düzlüğe çıkarmak imkansız bir durumdur. Siyasete dalan yeni aktörlerin her şeyden önce bunu dile getirmeleri ve buna göre tavır almaları gerekir. Mevcut siyasetin sorunlarının üstesinden tek başına geleceğini sanmak kendini kandırmaktan başka bir şey değil. Hatta öyle bir noktada bulunuyoruz ki şu anda kamuoyunun en büyük desteğine sahip partinin tek başına iktidar olabilecek oyu alması durumunda bile siyasetin en etkin gücü olup olamayacağı şüphe ile karşılanmaktadır. Sorun bir partinin veya liderin en çok oyu alarak Meclis'te en büyük parti olmasıyla çözümlenecek kadar basit değil. Sorun daha derinlerde ve siyaset kurumunun iktidar organizasyonu içerisindeki yerinde gizlidir. Siyaset kurumu, giderek siyasal işlevler görme noktasından uzaklaşıyor ve siyasetin oynaması gereken rolleri ve etkinlikleri siyaset dışı kurumlar, mesela bürokrasi, burjuvazi, aydınlar ve diğer kesimler oynamaya yöneliyor. Siyasal işlevler de üstlenen bürokrasiden siyasal rolleri ve yetkileri alarak siyasetin tekeline geçirecek bir siyasal aktör ve hareket var mı? Bu sorun bir siyasal aktör sorunu değil siyaset kurumunun yapısı sorunudur. Sorun aktörlerin veya hareketlerin tekil çabalarıyla değil ancak tüm aktörlerin ve hareketlerin kolektif çabalarıyla çözümlenebilir. Oysaki gelişmeler siyasette tekilleşmeyi ortaya koyuyor.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |