T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Edebiyat ve aktüalite

Edebiyatın aktüaliteden uzak durması gerektiğine dair bir kanaati baştan beri hep taşıdım. Aktüel bir olayın öyküsü de, romanı da, şiiri de yazılamazmış, daha doğrusu yazılmaması gerekirmiş gibi geldi bana. Bu kanaatin sebeplerinden biri, belki benim yazı hayatına başlarkenki kişisel deneyimim olabilir. Ben, daha lise 1 öğrencisiyken, yaşadığım küçük Anadolu kentinde mekân röportajları yapmaya teşebbüs ederek işe başlamıştım. Aynı dönemde kısa öyküler de kotarmaya çalışıyordum. Bu durum, ikisi arasındaki farka riayet hususunda bende köklü bir eğilimin ve alışkanlığın oluşmasına yol açtı. O eğilimden ve alışkanlıktan da, bu güne değin hiç kurtulmadım, kurtulmak da istemedim. Çünkü bu eğilim, bana, aynı zamanda iki yazı türü arasındaki, öykü ile röportaj arasındaki temel farikanın da belirlenmesine yardımcı oluyordu.

Söz konusu ayrıma riayet hususundaki titizliğim, beni, söz gelimi, Almancılara ilişkin öykü yazmaktan alıkoymuştur. Aynı eğilim yüzünden, bu gün kılık kıyafetleri yüzünden mağduriyete uğrayan bazı öğrencilerin öyküsünü yazmaktan da uzakta kaldım. Çünkü bu ve benzeri olaylar, bana hep gelgeç, konjonktürel vakalar olarak göründü. Öyle olunca bu vakaların ancak röportajı yapılabilirmiş gibi hissettim. Bu hissin yanlışlığını veya doğruluğunu tartışmıyorum, yalnızca bir vakıa olarak böyle bir hissiyatın varbulunduğunun altını çiziyorum. Peki aktüel olayı röportaj konusu olmaktan çıkartıp öykü konusu haline getiren kıstas nedir? O kıstası, ben, birinin gelgeç, ötekinin kurumsal olması noktasında arıyorum. Eğer aktüel bir olayın öyküsü yazılacaksa, onun da kurumsal boyutlarda ele alınmasıyla öykünün mümkün kılınabileceğini düşünüyorum.

Gerçekten de, özellikle 1950'li yıllarda yazılan köye ilişkin öykülerin tamamına yakınının röportaj çeşnisinde olmasının sebebi, o öykülerin aynı zamanda aktüel bir olaya telmihte bulunmasında aranabilir. Kuşkusuz, bu ayrımlara mutlak sınırlar çizmek istemem; istisnaların olabileceğini her zaman kabul etmek gerekiyor. Nitekim Soljenitsin'in romanları da, kendi zamanının aktüalitesini dile getiriyordu. Ama o, meseleyi, aktüaliteyi aşan yanlarıyla da ortaya koymasını başarabilmişti. Bizde Orhan Kemal'in Bereketli Topraklar Üzerinde adını taşıyan romanı da bu başarının istisnalarından sayılmalı.

Son dönemlerde türlerin birbirine karıştığı, dolayısıyla bir öyküde röportaj, bir röportajda şiir, bir şiirde efsane çeşnisi bulunabileceği vurgulanıyor. Ama bu durum, yazarının baştan beri böyle bir niyetle yola çıkması halinde uygun görülebilir ve yazarının ustalığı ölçüsünde başarılı ürüne ulaşılabilir. Oysa benim bahsettiğim durumda, olay, yazarın acemiliğinden ve beceriksizliğinden kaynaklanıyor. Bu ikisi arasındaki farka dikkat istiyorum. Röportaj için yola çıkmış birinin ürününde öykü çeşnisi yakalamak belki bir başarıya delalet eder; ama bir öyküde röportaj çeşnisi ve özelliği tesbit etmek başarının değil, fakat başarısızlığın işareti ve kıstası sayılmalıdır.


14 Nisan 2002
Pazar
 
RASİM ÖZDENÖREN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED