T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Tarihi bir olaya tanık oldum

Benim saf bir tarafım var. Gazeteye girerken önümü kesip kimlik soran polis kılıklı genci, yıllar önce, bizlerin ne kadar otoriteyi sorgulamayan bir halk olduğumuzu ispatlamak üzere Nokta dergisinin Beyoğlu'na saldığı polis-kılıklı tiyatrocu gibi biri sandım. İkinci kademede yine durdurulunca, bu defa, "Bizimkiler tehditleri çok ciddiye almışlar, canım" düşüncesi üşüştü zihnime. İnanmayacaksınız, ama üçüncü noktada da uyanamadım ve "Emin Çölaşan'a yedi adet koruma tahsis eden Emniyet, etraftaki şu 25 polisi koruma amacıyla Yeni Şafak'a göndermişse çok mu?" diye övündüm bile...

Şimdi, yine kendi kendime, "Ne kadar da safmışım!" diyorum.

Gazetenin İstanbul/Bayrampaşa'daki merkezine 16.30 dolaylarında geldiğimde, kapıda kimliğimi soranlar polismiş ve niyetleri bizleri korumak değilmiş... Bir ihbar üzerine gelmişler; içeride 'kanun kaçağı' dedikleri birilerini arayacaklarmış... "Arama izniniz var mı?" sorusuna muhatap olmayacaklarını sanmış olmalılar ki, cumartesi günü, o saatten sonra, kendilerine arama izni sağlayacak bir savcı ile bir hâkim arama telâşına kapılmışlar... Galiba Türk basın tarihinde bir 'ilk' olan 'gazete binasının aranması' işlemine onay verebilen bir savcı ile bir hâkim bulabilmeleri ise çok ilginç bir gelişme...

Bizim arkadaşlar, "Biz bunu yazarız" dediklerinde, "Eh, birkaç bin kişi de okur" cevabını veren ideolog polisler çıkmış kapıya dayananlar arasından... Biri, "Görürsünüz, bu olayı sizin gazete ile Kanal-7 dışında dert edinen bile çıkmaz" da demiş...

Doğrusunu söylemem gerekirse dert edinenler çıktı.

İçişleri bakanı Rüştü Kazım Yücelen meselâ. Cep telefonundan kendisine ulaştığımda, "İyi ki aradın" dedi bakan, haberi yokmuş... "Öyle şey olur mu?" diye homurdanıp derhal icabına bakacağını söyledi. Olayı tahkik edip yarım saat sonra yeniden aradığında, Türkiye'de iktidarın siyasilerde mi yoksa bürokratlarda mı olduğunu ciddi biçimde düşünmemi gerektiren bir çaresizlik sergiledi içişleri bakanı Yücelen... İstanbul emniyet müdürü Hasan Özdemir, bakana, "Şu sıralarda arama izni alıyoruz" demiş... Bakan Yücelen, "Kusura bakma" bile diyemedi...

Bizim arkadaşlar, kapıdan girişte sergilediğim 'Ankara saflığı'na ek olarak politikacı tanıdıklara ulaşıp dert anlatma çabama da bıyık altı gülüyorlardı. Onlara göre, habersiz görünenler de dahil hemen her politikacı, Yeni Şafak'ın baskına uğrayacağını biliyordu. Ben, "Yahu kardeşim, müstehcen yayından mahkum olduğu için gazetelerinin künyelerinden adı düşürülecek gazete patronu güçlü, bunu biliyorum, ama bu kadar da güçlü olabilir mi?" diye sorduğumda, etrafımdakiler artık kahkahalarını tutamadılar... Meğer, baskının sebebi, o gün gazetede çıkan Aydın Doğan'la ilgili yazı-haber değilmiş; birkaç gün önce DGM eliyle yayını durdurulan 'Örümcek ağı' dizisiymiş... Gazete, bir gün önce, "Örümcek adam" diyerek, ünlü ve etkili bir politikacının en az kendisi kadar ünlü ve etkili kardeşini 'Spiderman' kıyafetiyle manşetine taşımış...

Yeni Şafak'ın 'örümcek adam' manşetiyle çıktığı gün, karın eve kapattıkları arasındaydım ve gazeteyi İnternet'ten okuduğum için manşetin farkına bile varmamıştım. Saflık, biliyorsunuz, "Ha" deyince geçen rahatsızlıklardan değildir; güzellik geçici olsa bile saflık kalıcıdır... Gerçeği öğrenmeme rağmen, "İyi de, içişleri bakanını karanlıkta bırakacak, gazeteci kökenli başbakanı zor duruma düşürecek, basın tarihine kara sayfa olarak geçecek böylesine bir baskın eylemini hangi güç sahneye koyabilir?" diye sormaktan kendimi alamadım...

Meğer İstanbul emniyet müdürü Hasan Özdemir özellikleri olan bir polismiş... 'Örümcek ağı' dosyasında adları geçen müdürler onun özel koruması altındaymış... DGM tarafından sorguya çekilen müdürleri açığa almayıp görevde tutan da oymuş... "Zavallı başkentli!" gözleriyle bana bakan bir yazar arkadaş, "Senin telefonla ulaşıp durduğun kişiler var ya" dedi bana, "Onların bir kısmının telefonlarına cevap vermeyecek, cevap verdiklerine de farklı hikâyeler anlatacaktır..." Eski bir içişleri bakanının telefonuna çıkmadığını öğrendim Hasan Özdemir'in; hükümette görevli ANAP'lı bir bakanla görüşmüş, ama ne anlattıysa adamın sonraki hareketlerini engellemiş...

Biz, Ankara'da gazetecilik yapanlar, ülkenin başkentten yönetildiği kanaatindeyizdir. İstanbul'a her gelişimde bu kanaatimin biraz daha azaldığını hissediyorum. Yeni Şafak'a düzenlenen polis baskını o kanaatimi neredeyse bütünüyle kaybetmeme sebep oldu. Genel yayın yönetmeninin odasında oturup baskını izler ve ülkeyi yönettiğini sandığım kişilerle görüşürken, iplerin Ankara'nın elinden kaçtığı gerçeğiyle de yüzyüze gelmiş oldum...

İnanın, ülkem adına üzüldüm...

Yeni Şafak'a baskını elinde telsiziyle yöneten komiser benim bulunduğum odaya uğramadı. "Gönül koyarım" dememe ve "Aradıklarınız şurada bir yerlerde gizli olabilir, siz yine de bir bakın" üstelememe rağmen, sağolsun, görevini aksattı, nezaketini bozmadı. "Biz sizi tanıyoruz" bile dedi. Oysa, üç saat önce kapıdan girerken kimlik soran polisler hiç de tanır gözükmemişlerdi...

Saat 19.30'a doğru gazete binasından ayrıldığımda, etrafta park edilmiş beş minibüsü dolduran polisler hâlâ bekleşiyorlardı... Çıkarken benden kimlik sormadılar.


7 Ocak 2002
Pazartesi
 
TAHA KIVANÇ


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED