T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Bir "aşk ehli"nin ardından

Ali Ulvi Kurucu Hak'ka yürüdü. Bizi büyük yalnızlığımızla başbaşa bırakarak bir gönül ehli daha sonsuzluğa daldı. Onun vefatını duyduğum an, benliğimi saran duygu bu oldu: büyük yalnızlık. Ondan sonra daha fazla yalnızız artık. Hak onu mu çağırdı, yoksa o mu Hak'ka yürüdü? Bu soru ne kadar absürt olsa da, bana kalırsa o, ölümsüzlük çağrısına koşarak giden gönül erlerinden biriydi.

Ölüm, kuşkusuz insanoğlunun en gerçek kaderidir. Her ölüm insanın yer küredeki hüznünü, hüzünlü sürgününü hatırlatan bir çağrıdır. Ölüm karşısında duyulan hüzün aslında insanın dünya sürgününü tüm gerçekliği ile hatırlaması, bu gerçekle bir kez daha yüz yüze gelmesindendir.

Ölümü, Sezai Karakoç'un şiirindeki ifadeyle dünya sürgününden bir kurtuluş sayan, Mevlana gibi ayrılık yurdundan dönüş, vuslat bilen bir aşk ehli olduğundan kuşkum yok. Ne var ki, Peygamber sevgisinin bütün bir hayatını şekillendirdiği, yoğurduğu gönül adamının aramızdan çekilip alınması, inanmışların bile modern dünyanın dayattığı yabancılaşmaya maruz kaldığı günümüzde yokluklarını daha bir hissettirecek. Anlayışların gayet tıkız, yavan, hatta maddi boyuta indirgendiği bir 'din çağı'nda metafizik coşkunun yaşayan timsali gibiydi.

Onunu ismini ilk defa ortaokul sıralarında elime geçen şiir kitabı Gümüş Tül ve Alevler'le duymuştum. Derin Peygamber ve Allah sevgisi, coşkun bir yürek, köklü bir tarih bilinci, aşkın bir duruşla sanki yaşayan Mehmet Akif'le karşı karşıyaydım. Aruz yaşayan Türkçeyle dile gelmiş, o estetik algılayış şiir olmuştu. Daha sonra çeşitli televizyor proğramlarında 'gönlü dolu' bu aşk ehlinin kameralardan taşan göz yaşları ekranın yabancılaştırıcı doğasını alt üst edişine, tersine çevirişine tanıklık edecektim. Eşyanın aslına dönüşmesi bu olsa gerek diye düşündüğüm olmuştu birkaç kez.

Geçtiğimiz günlerde ölen günümüz sosyolojisinin temel kuramcılarından biri sayılan Pierre Bourdieu'nun deyimiyle ekranların 'fast thinker'den geçilmediği, din ve peygaber anlayışımızın bile medyatik 'fast thinker'lara emanet edildiği bir ortamda, sohbetindeki ondaki aşkın boyut, süzülen bir damla göz yaşı teknolojinin yabancılaştırıcı etkisini dağıtıyor gibiydi. Adeta, Ekrana yansıyan ondaki metafizik ürperti paradigmayı parçalanıyor; medya kuramları alt üst oluyordu...

Kurucu Hoca efendi gibi estetik ve ahlak sahibi derin insanlara ne kadar ihtiyacımız var. On/lar/dan peygamberi hayatından bildiğiniz bir bölümü dinlerken veya defalarca okuyup/duyup geçtiğini bir hikmetli sözün anlamını kavrıyor anlatılamayanı anlıyorsunuz.

Her ölüm karşısında insanın sarsılmaması mümkün değil kuşkusuz. Hele hele tanımasanız bile değer atfettiğiniz birinin ölümü daha da sarsıcıdır. Ali Ulvi Kurucu gibi insanların gitmesi, ancak yaşayarak kavranılabilecek, algılanabilecek, dilsiz ve kelimesiz bir zenginliğin derinliğini, ahlakını, edebini, estetiğini kavramaktan mahrum kalınması anlamına geliyor. Ölümsüzlüğü gönül zenginliğinde arayan bir hikmet ve aşk ehlinin yaşayan varlığının yitirilmesi anlamına geliyor.

Gönlü dolunca gölgesi kaybolan gönül ehli bir şairi yitirdik; büyük yalnızlığımızla başbaşayız.


5 Şubat 2002
Salı
 
AKİF EMRE


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED