T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Saddam'a mektup ve Türkiye'nin 'açmaz'ı

Bülent Ecevit, Amerika'dan döndükten sonra, Beyaz Saray'da George W. Bush ile yaptığı konuşmadan aldığı 'izlenim' ve 'esin'le Saddam Hüseyin'e 'mektup' gönderilme işine girişildi. Dışişleri'nde iki haftaya yakın bir sürede yapılan çalışma sonucunda hazırlanan mektup, bu hafta başında Saddam'a yola çıkarıldı ve Ecevit, mektubun 'parametreleri'ni dün bir basın toplantısında açıkladı.

Tahmin edilebileceği gibi, 'Ecevit'in Saddam'a mektubu'nun başlıca iki 'parametre'si var: 1. Irak, BM silah denetçilerine sınırlarını açmalı ve kitle imha silahları üretiminin denetlenmesine imkan tanımalıdır; 2. Bunu yapmadığı takdirde, Amerika'nın Irak'a karşı geniş çaplı bir 'askeri harekat'a girişmesi şaka değil, son derece ciddi ve kuvvetli bir ihtimaldir.

Benzeri içerikteki bir mektup, Ecevit'in ABD ziyaretinden önce de Bağdat'a gönderilmiş ve Irak, bu mektuba, 'BM silah denetçileri adı altında, Amerika'nın Irak'a saldırgan politikası için bilgiler toplandığı' gerekçesini öne sürerek, olumsuz cevap vermişti.

Bu 'ikinci mektup'un 'içeriği'nin daha öncekine oranla ne ölçüde farklılık taşıdığını bilemiyoruz. Bu arada, Londra'da yayınlanan Arap gazetesi Al Hayat, Ecevit'in Saddam'a mektubunun, Bush'un danışmanları tarafından hazırlandığını ve 'eğer Irak, BM silah denetçilerini kabul etmez ve kitle imha silahları üretimini durdurmazsa, özellikle Irak'ın kimyasal silah üretim kapasitesinden kaygılanan Amerika'nın, tüm bölgeyi bir savaşa sürükleyecek bir askeri harekatı gözönüne alacağı'nın yazıldığını iddia etti. Bütün bunların bir 'Ecevit mektubu'nda belirtilmesi için, Bush'un danışmanlarının 'kalemi' gerekmiyor; Türk Dışişleri'nin diplomatları da bu hususları içeren bir mektubu kaleme alabilirler.

Asıl dikkate değer konu, 'mektup sahibi' Türkiye'nin, 'nerede ve nasıl durduğu'nun netleşmemesi. Ecevit, bir yandan kendi imzasıyla Saddam'a mektup gönderiyor; diğer yandan bu mektubun gönderildiğini açıklayan basın toplantısında Amerikan basınında çalınan 'savaş davulları'ndan 'endişeli' ve Irak'a yönelik bir harekatı istemeyen bir ifade kullanıyor.

Saddam'ın yerinde olsanız, bu 'manzara'yı nasıl değerlendirirsiniz?

Herhalde, 'Türkiye'nin, aslında ABD ile birlikte hareket etmek istemediğini, kendi isteği ve iradesi dışında Irak'a karşı bir tutuma sürüklendiğini' anlarsınız.

Dolayısıyla, 'mektup' da Bağdat'ta fazlaca ciddiye alınmaz. Alınması gerekmiyor çünkü. Amerika'nın Irak'a karşı niyetlerini, Bağdat'ın ölçmesi için, Ecevit imzalı bir mektup gerekmiyor. Bu 'niyetler', Amerikan yetkililerince sürekli olarak ve oldukça açık biçimde ortaya konuyor.

Bush'un geçen haftaki -ilerden geriye baktığımızda belki 'tarihi' diye niteleyebileceğimiz- State of Union (Birliğin Durumu) konuşmasında 'axis of evil' (kötülük mihveri) diye Kuzey Kore, İran ve Irak'ı sayması ve bu terimin İkinci Dünya Savaşı'nda Amerika tarafından Almanya, İtalya ve Japonya için kullanıldığının hatırlanması, ABD'nin bir 'sürekli savaş' ruh hali içinde en başta Irak'ın üzerine çullanacağının ipuçlarını verdi. William Safire, hızını alamayıp, bu konuşma üzerine 'Bush Doktrini'nden söz ediyor ve 'iki Türk tugayının Bağdat'a gireceğini' iddia edecek ölçüde hayal gücünü zorluyordu.

Bush'un Ulusal Güvenlik Başdanışmanı Condoleeza Rice, haftasonunda Arap gazetesi Al Sharq al-Oussat'a (Ortadoğu) ile söyleşisinde, "Washington'un, Irak halkının Saddam Hüseyin'inkinden daha iyi bir rejimi hakettiğine 'çok açık' kanaate sahip olduğunu" ifade ediyor; bununla birlikte Bağdat rejimine karşı suçlamalarda bulunmakla birlikte, "Bush Yönetimi'nin Irak'a ne yapılacağı konusunda henüz nihai kararını vermediğini" bildiriyor. Rice, Bush'un İran, Irak ve Kuzey Kore'den 'kötülük mihveri' olarak söz etmesinin, hepsini aynı şekilde gördüğü ve herbirine aynı şekilde davranacağı anlamına gelmediğine işaret ederek, "Bush, Irak'a ilişkin ne yapılması gerektiğine ilişkin bir 'spesifik karar' almamış olmakla birlikte, Saddam rejiminin kitle imha silahları elde etmesine, kendi halkı ve komşularını tehdit etmesine izin vermeyeceğini açıklıkla belirttiğini" söylüyor.

Condoleeza Rice'a göre, 'savaş önlemek' için Saddam'ın yapması gerekenler; 'komşularını tehditten, halkını ezmekten ve kitle imha silahları üretmekten vazgeçmesi'… 'Komşular'dan kasıt, esas olarak, İsrail. Bu, 'şartlar'a baktığınız vakit, Irak'ın bunları kabulü ile Amerikan taleplerine 'teslim olması', neredeyse, eş anlamlı.

Irak'la 'savaş', giderek her zamankinden 'daha büyük' bir ihtimal haline gelmeye başlıyor. Peki, Irak, ya BM silah denetçilerini kabul ederse?

Tarık Aziz, hafta içinde bu konuyu görüşmek için Moskova'daydı. Ancak, silah denetçilerini kabulünü, Irak'a yönelen BM ambargosunun kalkması şartıyla irtibatlıyor. Rusya, bu Irak talebine yüz vermediği için, Tarık Aziz, Moskova ziyaretini kısa kesip döndü.

Bu durumda, Bülent Ecevit'in mektubuna, Bağdat'ta 'özel önem' verilmesi için -gerçeği konuşursak- hiçbir anlamlı neden yok.

Oysa, bütün bu trafik içinde, Türkiye'nin önünde ciddi bir 'açmaz' var. O da, Irak konusunda ABD-AB ihtilafının belirmeye başlaması. Münih'te yapılan bir uluslararası güvenlik konferansında, Amerikan Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz, "Biz, savaş halindeyiz. Terörizme hoşgörüyle yaklaşan ve eyleme geçmeyi reddeden ülkeler, daha kötüsü onu desteklemeye devam edenler, sonuçlarına katlanacaklar. Amerika, müttefiklerinin tümü onaylasa da, onaylamasa da, harekete geçecektir. Terörizme karşı savaşı esnek koalisyonlar gerektirebilir" diye konuştu.

Aynı toplantıda konuşan Richard Perle, "Amerika, hiçbir zaman bu kadar birleşmiş, bu kadar amaç birliğine ulaşmış ve gerekirse tek başına harekete geçmeye bu kadar istekli olmamıştı" dedi.

Amerikalılar, Avrupalı NATO müttefiklerinin savunma bütçelerini artırmaya yanaşmamasını da eleştiriyorlar.

Amerika'nın bu tutumu, İngiltere dahil AB üyelerinde 'alarm zilleri' çaldırıyor. Amerika'nın bu 'tek yanlı' (unilateralism' tutumu eleştiriliyor.

Türkiye'nin 'açmazı' burada. Resmi politika, her alanda AB'ye soğuk. Ama, konu Irak olunca, AB'den öteye Amerikan taleplerine 'isteksiz'.

Amerika ile saf tutmak ise, Ortadoğu'da Araplar'a, İran'a ve hatta AB'ye karşı 'Amerika-İsrail-Türkiye ekseni'ni oluşturmak demek.

Türkiye'nin böyle bir 'stratejisi' olabilir mi? Olmalı mı? Olmak zorunda mı?

Kime 'mektup' yazıp sormak gerekiyor: Ecevit'e mi; MGK'ya mı?


5 Şubat 2002
Salı
 
CENGİZ ÇANDAR


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED