T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
İlk şart, öleceksin!

Kadirbilir bir toplumuz vesselam. Prof. Aykut Barka'nın ölümüne gösterilen ilgi her türlü takdirin üzerinde. Ölüm haberi duyulur duyulmaz kameralar hastaneye koştular. Gazeteler günlerdir merhum Barka'nın ilim dünyasındaki yerinden bahsediyorlar. Büyüklerimiz taziye mesajı yayımladılar. Pazar günkü cenaze iki televizyon kanalımızdan canlı olarak verildi. Cenazede ne kadar da çelenk vardı! Herkes bir şekilde üzüntüsünü belirtti. Son Bolvadin depremiyle ilişki kuranlar bile oldu. Yakında bir caddeye, parka isminin verildiğini duyarız. Bütün bunlar kadirbilir oluşumuzun göstergesi; gözlerim yaşardı. "7.4. yetmedi mi?" başlıklı yazımda Barka'ya gösterilen ilgi azlığından şikayet ederken aslında Allah korusun ölürse böyle bir ilgi patlamasını da bekliyor ve bu yazıyı yazmamayı veya mümkün olduğu kadar geç yazmayı temenni ediyordum. Ne yazık ki bu temennim gerçekleşmedi; o yazımın mürekkebi kurumadan bunu yazmak zorunda kaldım.

Tabiatıyla kadirbilirliği haketmek de gerekiyor. Bunun için bilimde, sanatta, politikada, diğer alanlarda dikkat çekecek bir başarı ortaya koymak icab ediyor. Ancak bu yetmiyor, ufak ama son derece önemli bir ayrıntının daha gerçekleşmesi gerekiyor; kadrinizin bilinmesini istiyorsanız ölmeniz de gerek. Sağken bizden kadirbilirlik beklemeyin. Ne hikmetse kıymetlerimizin ölüsünü dirisinden daha çok seviyoruz.

Rahmetli Özal'ı hatırlıyorum. Sağken merhuma yapmadığımızı bırakmadık. En laubali olduğumuz arkadaşımızdan esirgemediğimiz saygıyı ondan esirgedik. Turgut aşağı, Turgut yukarı, Turgut nereye koşuyor? Yeni yetme birisi "Alışamadım" diye Köşk'e telgraf bile çekti. Ve biz bu saygısızlıktan büyük bir keyif alıp manşetlere taşıdık. Aslında bu telgrafı bir yeni yetme değil de söz gelimi ben emsal birisi çekse vakıaya da mutabık olurdu. Bu satırların yazarı ne "büyük" yöneticiler gördü. Lise öğrenimi için İstanbul'a geldikten bir süre sonra İstanbul-Gebze otobanı inşaatıyla tanıştım. Ben liseyi bitirdim, o 45 km'lik yol bitmedi; üniversiteyi bitirdim, bitmedi; askerlik yaptım, bitmedi; akademik kariyer yaptım yine bitmedi. O kısacık yol inşaatı beni emekli ederdi etmesine de Özal iktidara gelip bitiriverdi. Onunla kalmadı yüzlerce km otobanı da bitirdi. Eski hıza alışmış benim gibi birisi elbette Özal'a alışamazdı. Sonra ben köykentli büyüğümüzün ilk "devr-i saadetlerine" de yetiştim. Yağ yoktu, benzin yoktu, tüpgaz yoktu. Temel ihtiyaç maddelerinin bir çoğu ya hiç yoktu, ya da uzun kuyruklarda beklemekle alınırdı. Tabiatıyla bu durum bizim nesilde bir alışkanlık yarattı. Kuyrukta bekleme alışkanlığı. Sonra Özal geldi, bütün bunlar yok oldu. Eh Özal'a alışamadık tabii. Daha doğrusu o rahatlığa da alıştık da bunu o ölünce farkettik. Ve milyonlarca insan cenazesinin peşinde gözyaşı döktük. Onu da "Meğer alışmışız" diye manşet yaptık. Profesyonellik bu işte; hem nalına hem mıhına. Neyse ki sonunda daha önce alıştığımız (layık olduğumuz mu demeliydim?) yöneticilere kavuştuk da rahatladık.

Hasılı ölülerin kadrini bilmekte üzerimize yok. Hatta bazan onda bile ölçüyü kaçırıyoruz. Atasözlerimize bile girmiş: "Ölen kelse gür saçlı, körse kartal bakışlı olur." Bunun mutlaka psikolojik ve sosyolojik sebepleri olmalı. Sayın Prof. Barka'ya Allah'tan rahmet, geride kalan yakınlarına başsağlığı dilerken demem o ki eğer kıymetinizin bilinmediğini düşünüyorsanız, son şartı yerine getirmediğiniz içindir. Mutlaka bilinsin istiyorsanız, elinizi çabuk tutun. Şaka, şaka...


5 Şubat 2002
Salı
 
M.AKİF AYDIN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED