T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
28 Şubat şımarıklığının zirvesi!

Bir ülkenin başına gelebilecek en dramatik ekonomik felaket yaşanıyor olmasına rağmen Türkiye'yi yöneten legal ve illegal siyasi güç ortaklığının yapmaya çalıştığına bakın: 159 ve 312. maddeleri daha da ağırlaştırarak; bugünlerini yok ettiği, yarınlarını ipotek ettirdiği vatandaşlarının düşünme ve ifade özgürlüğünü yok etmek. Bunun anlamı, ülkenin içinde bulunduğu durumun zaten olmayan özgürlüklerin varlığı ile ilişkilendirilmesi yani, "demokrasi var oldukça" Türkiye'nin daha da kötüye gideceği varsayımının benimsenmesi ve metazori benimsetilmesidir.

Hukuku ve demokrasisi eksik olduğu için, şeffaf olamadığı için 100 milyar doların üzerinde kaynağını üç senede kara deliklerde yitiren bir ülkenin, yüzey ve derin iktidar odaklarının kurtuluş için bulabildiği reçete işte bu. Daha kapalı bir toplum ve daha baskıcı bir idare....

Yapılmak istenen şeyle hayatımızın nasıl değişebileceğine dair, yaşamakta olduğum bir olayı nakletmek istiyorum.

Bakırköy İkinci Ağır Ceza Mahkemesi, bir yazımdan dolayı 1999 yılı Haziran ayından beri TCK'nın 159/1 maddesinden yargılandığım bir davadan beraat ettiğime dair kararı önceki gün gönderdi. Eleştiriyi suç saymayarak örnek bir karar veren mahkeme heyetinin karar metninde şu cümlelere yer veriliyor:

"Dava konusu yazı bütünüyle ele alınıp değerlendirildiğinde yazıda 28 Şubat 1997 sürecinde başlayan ve MGK ile Batı Çalışma Grubu hakkında alınan kararlar çerçevesinde... eleştirilerde bulunulduğu anlaşılmaktadır. Dava konusu yazıdaki bazı sözcükler alınıp bundan kıyas yoluyla Türk Silahlı Kuvvetleri'nin manevi şahsiyetinin tahkir ve tezyif anlamını çıkarmak mümkün olmadığından... TCK'nın 159. Maddesi'nde düzenlenen suçun unsurlarının oluşmadığı kanaatine varıldığından, sanığın beraatine karar verilmiştir."

Şimdi Meclis Adalet Komisyonu'ndan geçen ve Genel Kurul'a inmek üzere olan 159. Madde'yle ilgili yeni düzenleme bu ve benzeri davalarda suç unsurunun sınırını genişletiyor ve sıradan bir eleştiriyi dahi "tahkir ve tezyif" kapsamına sokabiliyor. Meddenin eski halinde sıralanan ,"Türklüğü, Türk milletini, Türkiye Devleti'ni, Cumhuriyet'i, TBMM'yi, Bakanlar Kurulu'nu, bakanlıkları, adliyeyi, devletin askeri veya emniyet ve muhafaza kuvvetlerini" unsurlarına "veya bunları temsil eden" ibaresi ekleniyor ve bütün bunları "alenen tahkir ve tezyif eden kimseye 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezası verilir" deniyor.

İşte o "bunları temsil eden" bazen bir bakan, bazen MGK, bazen BÇG bazen de –herhalde- yeni kurulan SAREM olabilecek. Sadece devletin kurumları değil, onun uzantıları ve hatta bir şekilde devlet adına faaliyet gösteren her kişi ve kurum eleştiriden muaf olacak.

Bu apaçık, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin resmi ideolojisinin "28 Şubat zihniyeti" ile aşılanması demektir. Halkına karşı hiçbir sorumluluk ödevi taşımayan, eleştirilemeyen, zoraki kutsanan ve teba arasından dilediğini seçip kurban edebilecek bir devlet için yasal altyapı tamamlanıyor.

Halkına refah, huzur ve gelecek umudu sağlayamayan devlet, toplumdaki yaratıcılığı, eleştiri ve tartışma ruhunu geliştirici yönde adımlar atmak yerine içine kapanmayı tercih ediyor. Bu gidiş bir gidiştir de acaba nereye gidiştir!

159 ve 312'ye yönelik tepkilerin 28 Şubat'tan beri olagelenin aksine sadece "İslamcılar" değil hemen hemen bütün çevreler tarafından tepkiyle karşılanmasında da önemli bir ders var. Bu, yıllardır tekrarlanan "hukuk birgün herkese lazım olur" uyarısının bir tezahürüdür. Başkasına yapılana kayıtsız kalan, hatta alttan alta destek verenler şimdi; bir kesimin demokratik haklarının gaspedilmesinin aslında aynı hukuksal kaynaktan beslenen bütün politik ve apolitik unsurları hedef aldığı gerçeğiyle yüzleşiyorlar.

28 Şubat'la başlayan hukuk ve demokrasi gaspı 159 ve 312'deki değişiklik girişimiyle şımarıklığın zirvesine ulaşmıştır.

Ankara'da birileri kendilerini sadece devlet yerine koymakla kalmıyor, bu ülke insanlarının zihinlerine hükmetmek gibi "tanrısal" bir işe soyunuyorlar.

Hal böyle olduğuna göre, gücünü halktan almaya niyetli siyaset; iktidar olgusunun hangi temel çatışma noktası üzerinden şekillendiğini bu tablodan seçmek zorundadır. "Halka rağmen iktidar", ekonomiden sosyal hayata kadar bütün alanlardaki yenilgilere rağmen merkezdeki iktidarını pekiştirdikçe, halka dayalı iktidar unsurlarının vaad ve potansiyelleri işlevsizleşiyor ve hayat alanları daralıyor.

Bu çatışma ekseninin dışında konumlanan siyaset, enerjisini yıllardır siyaset dışı unsurlar tarafından verilen demokrasi mücadelesi gibi havanda su dövmekte tüketmeye mahkum olur.


5 Şubat 2002
Salı
 
MUSTAFA KARAALİOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED