|
|
|
|
Trabzonspor'lu Hami'yi tanırsınız. Güleç, aydınlık, samimi, enerjik, heyecanlı bir yüzü vardır. İyidir, iyimserdir, iyiliklerle doludur. Bunca yıl hem Trabzonspor'da hem Milli Takım'da mesafe tanımaksızın attığı füze benzeri şutlarla sevenlerini sevindirmiş, kendisi de pek çok başarı yaşamıştır. Hami'nin Diyarbakır maçından sonra ekranlara yansıyan yüzü acıyla gerilmişti. Izdırap bir yüze bu kadar mı yansır. Sanki Trabzon'un bütün yükünü omuzlamış ve bu yük altında ezilmişti. Ne söyleyeceğini bilemiyordu. Takım tarihinin en kötü düşme noktasına ulaşmıştı. Bir süre başını eğip yere baktı, yutkundu kameraya döndü: "Bilemiyorum" dedi, "Bu durumu çözemiyorum." Sonunda takım arkadaşı Osman gibi o da sorumluluğu sırtladı. "Düzelmemiz gerekiyor, futbolcular olarak bu yükün altından kalkacağız." Özkan Sümer de tribünlerde hareketsiz, sessiz, bir hüzün heykeli gibi duruyor. Yönetim adına konuşan diğer görevliler çöküşe bir çözüm üretememenin ağırlığı altında bunalıyorlar. Neden? Çünkü Trabzon dördüncü büyük. Bu şöhreti, bu seviyeyi geçmişte kalan şampiyonlukları ile üç büyükleri tahtından indirerek, bileğinin hakkı ile almıştı. Şimdi tacını kaybeden bir kıral sükutunu yaşıyor. Trabzon'u bu yıl ancak yaşanacak bir kupa sevinci ayakta tutabilir. Bazıları bu takımın maruz kaldığı depremi Türkiye'de vukubulan sosyo-ekonomik değişimlerle izah yolunu seçmektedir. Şöyle ki, Trabzon'un son yirmi yılda bir Anadolu şehri olarak, bir eski liman şehri, ticaret merkezi olarak ülkedeki iktisadi gelişmenin ve zenginleşmenin gerisinde kaldığı ifade ediliyor. Trabzon'a kıyasen bu süreç içinde mesela bir Antep, bir Denizli, bilhassa tekstilde görülen atılımlarla, sanayi hamleleri ile nüfus ve istihdam yönünden gelişen bölgeleri örnek gösterip; Trabzon'un artık bir mütevazı bütçeyi ancak denkleştirebileceğini belirtiyorlar. Buna bağlı olarak amatör heyecanları, renk ve forma aşkını gündeme getiren; yabancılar yerine bir futbolcu üretim merkezi sayılan Trabzon'un alt yapısına eğilmeyi salık veriyorlar. Bu tür analizlerin bir miktar gerçekliği vardır. Ancak asıl gerçek futbolcuların profesyonel dünyasında yaşanmaktadır. Bilhassa kriz sonrası Türkiye'sinde küçülen ekonomi kulüp yapılarını sarsmış, zaten bir türlü denk olmayan bütçeleri darmadağın etmiş, büyük dediğimiz kulüpleri dahi borç batağına boğmuştur. Futbolcular artık diplomalı işsizlerin sokakları doldurduğu bu ülkede, o bir zamanların astronomik transfer tutarını ancak rüyada görebilirler. Nasıl gençlerimiz iş bulma umudu ile Amerika, Kanada, Avrupa ülkelerine gitmeyi düşlüyorsa, futbolcular da -Galatasaray'ın açtığı yoldan- kapağı Avrupa'ya atmak istiyorlar. Öteki yüz derken Daum'un donuk çehresinden de biraz söz etmeliyiz. Her hafta Almanya'ya gidip gelerek mahkemeye çıkan, üstelik spor dünyasına hiç yakışmayan bir suçdan dolayı yargılanan bu çelik bakışlı sarışın adam, bu yüke nasıl dayanıyor. Sinirleri çok sağlam olmalı. Bu durumda dahi Beşiktaş'ı -ve elbette Serdar Bilgili ile ekibini- uçurumun kenarından çekti çıkardı. Her maçtan sonra basına açıklama yaparken, aklının bir köşesinde devam eden davanın ayrıntıları göz kırpıyor. Ve belki bu yüzden Beşiktaş şampiyonluğa bıçak sırtı bir yoldan yürümek zorunda kaldı.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |