|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Can cânânını onu içine almak için, onu içinde taşımak için, onunla içiçe olmak için ararken, cânân özgürlüğü uğruna canından vazgeçmiş, ten kafesinde tutuklu yaşamaktansa, kanatlarını çırpa çırpa göklerde yükselmek, yükselebilmek için canından olmuş... Yoksunluk, elde edilmek istenenin yokluğu... Elde edildikte, ele geçtikte ele alınacak olanı ele almaya, elde tutmaya değer kılan ne varsa elden gidecek olsa bile yoksunluğun ızdırabı ne yapar yapar canı cânânının peşinden sürükler. Peşinden koştuğu ne ki? Sadece, yakaladığında avucundan kaçacak olan... Olsun! O elindeyken elinde yok edeceğini bile bile cânânını bulmak ister; yoksunluk kendisini de yok edeceğinden can cânânının kendi elinde yok olmasını görmek ister... Onun yokluğuna tanıklık o denli acı verici, o denli taşınması güç bir duygudur ki can cânânının yokluğuna tanık olmaktansa, yok olmasına tanık olmayı yeğler... Sanmayın ki acımasızlığından, aksine birlikte yaşaya yaşaya acıya alışkanlık kesbettiğinden... ve dahî böylece en nihayet acılaştığından... Cânân yerinde değildi.... cânân bir yerde değildi... cânânsız can cansız kalacağından ister istemez 'yer' harekete geldi, 'yer' harekete geçti, kımıldadı, kımıldandı, öyle ki kendinden geçti, kendi olmaktan vazgeçti. VE o zaman, işte tam da o zaman tutkunun karşı konulamaz itkisiyle "bir kafes bir kuş aramaya gitti." Arananı aramak aramaya kalkışanın özüne aykırı da olsa aradığının kanatlarında dolaştırdığı sevdâya tutkunluk onu tutuklamaya, tutuk kılmaya eş bir hayınlığın nedeni oluverdi. Tutmak onun doğasında vardı çünkü. O tutuklamak, tutuklulara evsahipliği yapmak içindi. Tutmalıydı, tutmak zorundaydı; zira ne tutuksuz, ne tutkusuz yapabilirdi. O başka birşey değil, en nihayet bir tutukevi idi, bir kafesti; kapayan... kaplayan... kapsayan bir kafes... Oysa yer tutmak, bir yerde tutunmak, bir yerde tutuklu kalmak cânâna göre değildi. O kanatlarını çırpacağı sonsuz genişlikler ararken, hem de tutkunu olduğu göklere tırmanmak için çırpınırken, nasıl olur da tutulmak, tutuklanmak isterdi. Boşluğa tutkunluğu yerini boşaltmayı zorunlu kıldığı içindir ki o biteviye yer değiştirmeyı, bir yerde kalmamayı, sınırsızlığın içinde yaşamayı arzular. O kendine bir yer aramaz; hatta o aramaz. O arayan değil, aranandır. O tutkuların konusu... tutulmak, tutuklanmak istenen... aranan... yoksunluğu dayanılmaz olan... Ve sırf bu nedenle yok edilmek istenen... Özgürlüğü mü sadece? Hayır, kendisi yok edilmek istenen.... Özgürlük niteliği değil ki onun, ta kendisi... O cânân... yani peşinden koşulan... ve fakat peşinden uçulan değil... peşinden koşanları değiştirdiği doğru... O durmak, hareket etmemek şânından olanı yerinde duramaz hale getiren, hareket ettiren, yalnızlığın, yoksunluğun ızdırabıyla kıvrana kıvrana harekete geçeni kendinden geçirmiş olan... Dedik ya, o cânân... candan ayrılmakla canı cansız kılan, tutkunu olana tutuklandığında ona can verip, canını verip canından olan... Cânân, tutkunlarınca tutuklanmak için varolan tutuklanamazın adı... Tutkunu yoksunluğunun acısıyla onu tutuklayıp yok etmekle kendini yok ederken, o tutuklanır tutuklanmaz kendini yok etmekle tutkununu da yok eder. Çünkü can cânânına kavuştuğunda ister istemez onun canını alır. Elinde tutmak için elinde tuttuğunu sırf elinde tutmakla kaçırmış olur. Cânân da canının elinde canına canını verirken canından olmakla kalmaz, canını hem canından, hem de cânânından etmiş olur. Böylelikle ikisi de yok olmuş, yoklukta birleşmiş olur. Sonra tekrar bir kafes bir kuş aramaya gitmiş olur. — Ein Käfig ging einen Vogel suchen. Franz Kafka'nın kendisi böyle söylemekle neyi kastetmişti?!? Bu soruya ancak Hasanali Yıldırım cevap verebilecek bir 'halde'. O 'halde' beklememeli, hemen 'hâlince' cevabını vermeli.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |