T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Dış konjonktür, tek başına bize yetmez!..

Türkiye gibi "Orta Büyüklükte" ülkelerin siyasi kaderinde, "Dış Konjonktür"ün etkisi, "İç Dinamikler"e eş değerde rol oynar..

Ancak tek başına, ne "Dış Konjonktür", ne de "İç Dinamik" yeterlidir..

Örnek verelim..

Eğer 2'nci Dünya Savaşı'nda Faşist Cephe yenilmeseydi, herhalde Türkiye 1946'da "Çok Partili Demokrasi"ye geçmek zorunluluğunu hissetmezdi.

Ama, bir de "İsmet İnönü Faktörü" var bu olayda.. Veya Türkiye'nin demokrasiye yatkın, iç dinamikleri var..

Çünkü, 2'nci Dünya Savaşı'na, İspanya da katılmadı, Portekiz de katılmadı..

Ama ne İspanya'nın Franco'su, ne de Portekiz'in Salazar'ı, Hitler ve Mussolini yok olunca, demokrasiye geçmek gereğini hissettiler.

Üstelik, 1946'dan başlayarak tırmanan "Soğuk Savaş", dış konjonktürdeki yükselen değeri, "Demokrasi" olmaktan çıkardı.. "Bloka Sadakat" daha ön plana geçti..

Türkiye, demokrasiye geçerek NATO'ya girdi. İspanya, faşist kalarak NATO'ya girdi mesela..

Şimdi içinde bulunduğumuz 2000'li yıllara gelince..

Süper-güç Amerika, uğradığı "11 Eylül Saldırısı"ndan sonra, terörizme karşı açılan global savaşta, yine "Sadakat" istiyor müttefiklerinden..

Bu açıdan, Pakistan'ın diktatörü Pervez Müşerref de, İngiltere'nin seçilmiş Tony Blair'i de, sadık ve değerli müttefikler..

Ancak, eğer müttefikler, aynı zamanda "Anayasal Hukuk Devleti"ne ve "Çoğulcu, Özgürlükçü Demokrasi"ye sahipse, ayrıca "arkadaş" ve "kader ortağı" da oluyor..

Diktatörlerin yönettiği müttefikler, sadece birer "Askeri Üs" olarak görülüyor.. Bunların içerdiği istikrarsızlıklar ve belirsizlikler, o ülkeyi "2'nci Sınıf Müttefik" konumunda tutuyor.

Türkiye bu açıdan, tam "Ara Yerde" durmakta..

Avrupa'nın yarı istekli olmasına rağmen, Amerika bütün düşünce merkezleri ile, Türkiye'nin Avrupa Birliği üyesi olmasından yana..

Bunun için gerekli desteği de veriyor, Avrupa başkentlerinde baskı noktasına varan kulis faaliyetini de yürütüyor..

Neticede, Ecevit'i Helsinki Zirvesi'ne Clinton'un götürdüğünü de unutmayalım..

Özetle Amerika Türkiye'yi, bir askeri üs ve coğrafyasını değerlendiren bir ülke olmaktan öteye, istikrarlı, demokrat ve müreffeh bir "Stratejik Ortak" olarak görmek istiyor..

Çünkü bu daha ekonomik, daha akılcı, daha kalıcı bir "Birliktelik"olacaktır.

Ama biliyoruz ki, bu dış konjonktür, tek başına Türkiye'nin bir Avrupa Birliği üyesi ülke olmasına yetmez..

Türkiye'nin İç Dinamikleri de, bu yönde enerji üretmelidir..

Örneğin, bir genel seçimde, Avrupa Birliği karşıtı parti veya partiler, büyük çoğunlukla sandıktan çıkarsa, buna Amerika veya Avrupa ne yapabilir ki?

Ya da Türkiye'de, "Derin Devlet"in bir bölümü, "Kürt Realitesi" veya "Kıbrıs Sorunu" konusunda "Biz çözüm istemiyoruz" diye direnirse, buna Dış Konjonktür'ün aktörleri ne diyebilir ki?

Demek ki, bizim, daha doğrusu Türk iç siyasetinin, "Değişim"den, "Dünyalılık"tan, "Hukuk"tan, "Demokrasi"den, "Avrupa Birliği"nden yana olan bizlerin, küçük kavgaları ve kan davalarını bir kenara bırakıp, "Ortak ve Ağırlıklı bir Cephe" oluşturmamız gerekiyor..

Şu anda Türkiye, gerçekten bir dönüm noktasında. 1945 sonrasına benzeyen bir yol ayırımı var önümüzde..

1946'da İnönü bilinçsiz olsaydı, Türkiye İspanya gibi, tek partili dönemi devam ettirirdi..

Şimdi biz de, Pervez Müşerref'in Pakistan'ı gibi, hem Amerikan yanlısı, hem de anti-dünyalı olabiliriz..

ŞAKA

Ecevit'e Açık Teşekkür!..

AK Parti Lideri Tayyip Erdoğan, Başbakan Bülent Ecevit'e "Açık Teşekkür" yazıp, gazetelere ilan diye vermeli..

Çünkü şu sırada, "Makul Çoğunluk" Ecevit ne söylediyse onun tersini düşünüyor..

Bu açıdan Ecevit'in "AK Parti rejimin tehdidi"şeklindeki sözleri ile, AK Parti, "Makul Çoğunluk" için, "Rejimin Teminatı" oluvermiştir..

ERSİN ÖZİNCE'NİN KONUŞMASI

Bankacıların niyetleri değil, performansları önemlidir..

BDDK'nın düzenlediği "Sektörün Yeniden Yapılandırılması" toplantısında, bütün bankacılar ve özellikle İş Bankası Genel Müdürü Ersin Özince, önemli sözler söylemişler..

Hürriyet'in haberine göre, Özince, "Bankalar aşırı kârlar elde etmedi.. İyi niyetli sermayedarlar, ülkedeki bankacılığın düzeltilmesi için destek verdiler" demiş..

Ersin Özince, bankacılara "Rantiyeci" diyenlerin "Enflasyon muhasebesi ile, ne kadar haksız olduklarının kanıtlandığını" vurgulamış özetle..

Özince'nin temel düşüncesine katılmamak mümkün değil..

Bankacılığı veya "Faiz"i kınayıp, bunların içerdiği sisteme "Rantiyeci" demek, hem bilim, hem akıl, hem çağ dışıdır..

Ama Devlet'i ve ekonomiyi kötü yönetip, tüm toplum yaşamını borca ve yüksek faize endekslemek de, akıl ve bilim dışı bir tutumdur.

Bu arada, bankacıları "İyi Niyetli" ve "Kötü Niyetli" diye ayırıp, bugün içinde bulunulan durumun sorumlularını tasnif etmek de, pek akıl işi değildir..

Bankacılar "iyi" ve "kötü" bankacılar olarak ikiye ayrılır..

Bankalarının kaynaklarını "Şüpheli Alacak"lar ve "Kârsız Yatırımlar"a aktaran bankacılar, iyi veya kötü niyetli, ama kötü bankacılardır..


25 Temmuz 2002
Perşembe
 
MEHMET BARLAS


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED