AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

Y A Z A R L A R
Kimse duymadı 'hafız'ın sesini

Mutsuzlar, çünkü aşıka zamanları yok... İçlerindeki 'hafız' çoktan öldü, bu yüzden yeni limanlara yelken açmaya takatleri de kalmadı artık... Ama yine de gülüyor, eğleniyor, çalışıyor, ve seviyormuş gibi yapıyorlar. Sanki nedeni pek anlaşılamayan bir mutsuzluk dalgası kuşatıyor her gün etrafımızı.

Tam bir korku ve panik hali yani... Gündelik hayatın küçük adacıklarında kilitli kalan insanlar, yaptıklarından tad almadıkları gibi, beyinlerinde de müthiş bir kaosu yaşıyorlar. Her gün yanıbaşlarından sessizce akıp giden "aşk ırmakları"na ellerini sokup derin bir nefes almaktan bile çekiniyorlar. Bu yüzden hem daha mutsuz, hem de daha tahammülsüzler.

Acaba diyorum, bunca yalnızlığın, küresel kirliliğin kuşatması altında her gün ölecekmiş gibi olan insanlar oturup şöyle dokunaklı bir "aşk mektubu" yazsalar nasıl olur? Ancak, özgürce ve kendini sınırlamadan yazılmalı bu mektup... Sonra da şehrin en büyüt postanesine gidilip yine kendi adresine postalanmalı mesela...

"Tepesinde acıtan rüzgarların dansettiği bir dağda bulmuştum onu, koparıp atmışlardı. Oysa nekadar da canlı, pırıl pırıldı renkleri. Yazgısı 'hafız'a benzeyen kırmızı kır çiçeği, gizleme ne olur yaşlar akan gözlerini gözlerimden. Saklama gözyaşlarını, ne kirpiklerinden ne de benden. Ben 'hafız', hadi kaldır yapraklarını ve de gülümse biraz...

Ah, ağrısını yürek yangınlarımla tutuşturduğum 'hafız'ın muhteşem çiçeği. Gizleme ne olur gözlerini gözlerimden. Biliyorum ağlıyorsun. Sen ağlayınca dağlar kırgın, rüzgarlar küskün, fırtınalar durgun, dalgalar solgun, martılarsa suskun oluyor... Üstelik kelebekler de pek hırçın...

Dokunmaya kıyamadığım hüznün, sessiz bir çığlık gibi yankılanıp kırılıyor ilahilerin arasında. Çiğ taneleri bir damla yaş gibi süzülüp akıyor yapraklarından... Okuman gerekirken okuyamadığın sureler yarım kalıyor dudaklarında...

Bak, 'hafız'dan başka kimse duymadı o surenin bitişindeki çığlığını. Ne sesini, ne de hüznün son durağındaki ilahilerini. Kimsecikler duyamadı sesini 'hafız'dan, kır çiçeklerinden ve de benden başka.

Bilir misin aşk, evrenin son nefesine kadar yüreklere nakşedilen bir ilahinin adıdır. Bilir misin aşk, hicranın mürekkebiyle son nefesimize atılan imzanın adıdır...

Ah, yitik kır çiçeğim benim. Hani gecikince bulutlarla gelecektin? Ben her yağmura adını yazacak, kollarına yağacaktım? Sen göz yaşlarımda yanınca, hüzün adalarımdan sana gelecektim? Ve her ayette sesinin o yumuşak rengiyle kalacaktın?

Hani sen, yalnızlığımın kıyılarında hasret kollarımı yakmadan gelecektin, yolumu yıldızlara bakarak bulacaktın? Mehtap yoluna ışık saçacak, sen hep o şiirde yanacaktın? 'Hafız'ın aşkını kimseler bilmeyecekti? Öylece hep birbirimizin ezberinde kalacaktık? Ben yılgın, sen kırgın."

Hey orada kimse var mı? Küresel belalara karşı hala içinizdeki "hafızın sesi"ne sığınarak yeni limanlara yelken açmak istemez misiniz?

Haydi, yüzyılımızın bize armağan ettiği "kötülük çiçekleri"ni sökün atın kalbinizden ve bir kez olsun ilahiler eşliğinde aşka yelken açın ve de kendinize bir mektup yazın...


17 Ağustos 2003
Pazar
 
MEHMET OCAKTAN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED