|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
"Sus küçüğün, söz büyüğün" özdeyişi zamanla küçük bir değişim geçirmiş, "Su küçüğün, söz büyüğün" halini alıvermiş... Hiç kuşkusuz özdeyişi bu hâliyle anlamlı bulanlar da var... Ne var ki bizi burası ilgilendirmiyor; bizi ilgilendiren sadece söz-sus karşıtlığı... "Susma sıra sana da gelecek!" diye meydanlarda bağırıldığı yıllar, "Sus ki sıra sana da gelsin!" diye yazmıştım. Susmayı söze yeğlememin nedeni, şöyle böyle sözü olanın değil, söz söylemeye ehil olanın sözü söylemesi gerektiğine inandığımdandı. Söz ehil olanın elinde (dilinde) olmadığında, bizatihi bir kıymet taşımıyor; yani söz söylemek değil, söz söyleyebilecek mertebede olmak marifet... Yunus Emre der ki:
Behey Yunus sana söyleme derler
Söylemediğinde ölmeyecekse kişi o sözü söylememeli... Sözüne güvenilir olmak sözü güvenilir kılar. Sözüne güvenilir birileri yoksa ortada, tek başına sözün hükmü ve kıymeti ne ola ki?!? Sözü büyük kılan, sözün büyüğün sözü olmasıdır. Söz büyük ve fakat sözü söyleyen küçük olunca, küçük büyümüş olmaz. Hak söz Hakk'ın sözüdür de ondan olmaz! Hak sözü hak kılan sözün kendisi değil, sözün hakikatidir; sözün menbaıdır. Sözün sâdık olup olmaması, sâdıkın sözü olup olmamasına bağlıdır. Sözü aktaran sâdık olmalı ki sözün kendisi de sıdkiyetle nitelenebilsin! "Sen söze bak söyleyene değil" derler. İyi güzel de kimin söylediği önemli olmayınca, söz niçin önemli olsun!?! Tabir-i diğerle kendisine isnad edilen biri olmadığında, hangi söz sened değeri taşır?! "Dedikodu" sözcüğü "kıyl u kal"in karşılığıdır; yani "o dedi, bu dedi"... Bu durumda demezler mi ki adama: "O dedi, bu dedi, iyi güzel de sen diyorsun?" — "Ben diyorum ki..." Ne kadar da zor değil mi, söze "Ben diyorum ki..." ön-ekiyle başlamak... Bu ön-ekle başlayan cümleleri önemli kılan, onlara önem kazandıran, aslında ön-ekte yer alan 'ben' zamiridir, bu zamirin muzmarıdır; mazmununda yer alan kişidir. Öyle ya, ikide bir "Ben diyorum ki..." ön-ekiyle başlayan cümleler kurduğunuzu görenler, birgün dayanamayıp "Peki ya, sen kimsin?!?" derlerse?!?... Evet ya biri çıkıp da "Kim oluyorsun da ben diyorsun, diyebiliyorsun" diye sorarsa?! Evet, ya 'kim-lik' isterlerse?! "Kimliğini göster ki kim olduğunu bilelim de sözünü ona göre dinleyelim" diye itiraz ederlerse?! Kimse.. yani kim ise... "kim' denilebilecek kimesne.... kim ise, kim olabilmeyi başarabilmiş ise, 'kimse' haline gelebilmiş, 'kim-lik" sahibi olabilmişse.... işte o zaman sözün sahibinin kimliği, kimliğini söze, söze kimliğini verir. Parlak sözler aktarmayı sevenler Yuhanna İncili'nin ilk ayetini (Önce söz vardı) telaffuz etmeyi marifet addediyorlar ve fakat sözün devamını getirmiyorlar. Evet önce söz vardı, peki sonrası?!? Sonrası şu: "Önce söz vardı, söz Tanrı'daydı, söz Tanrı'ydı." (Devamını aktarmak kolay ve fakat açıklamak ne kadar da zor değil mi?) Susuverilen yer burası... Susmanın verildiği yer... sadece susulan değil, susuverilen yer... Türkçemizde 'vermek' eki bir eyleme hız katar, onun aniden, birdenbire gerçekleştiğini gösterir. Susuverdi, yani birdenbire sustu... Bu bir vecih... Diğeri de şu: susuvermek karşı tarafı da susturur. Susmanız karşı tarafı susturmaz, fakat susuverirseniz hiç şüphe etmeyiniz ki muhatabınız da o anda susmuş olur. Susmayı sadece kendiniz için değil, karşı taraf için de mümkün kılmak istiyorsanız susuvermelisiniz. Hayret makamı... şaşkınlık mertebesi... işte nimetlerin en büyüğü... hayret: huzur ve sükûna erişmenin adı... hareketsizlik... kımıldamamak, kımıldayamamak... sâkin ve hâzır olmak... Huzurda olmadan huzur bulunmuyor... Hızır gibi hazır olmalı, hâzır olmalı ki huzurda olmalı, huzuru bulmalı... Susuvermedikçe ne hızır, ne de huzur gelir. O halde susuvermeli... Susuvermeli ki hızırın huzurunda hazır oluvermeli... Son söz: Susmayı vermeyenler, olmayı hiç veremezler!
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |