|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Günümüz gençlerinin önemli bir kısmı ya savaşmaktan kaçan yahut niçin savaşacağını bilmeyen, yön şaşkınlığı içinde olan insanlardır. Gençliği verimli kılmanın birinci yolu, ona yön bilinci vermektir. Söz ola kese savaşı, demiş Yunus Emre. Altınoluk dergisiyle irtibatlı Söz Ola gençlik dergisinden gençler geldiler. Gençlik ve üretim konusunu ele alacaklarmış. Üretmek için önce bir yön tutturmanın gerekliliğini vurguladım. Genç adam, hayatıyla ne yapacaktır? Bundan yedi sekiz yıl önceydi, çok başarılı bir İmam Hatip öğrencisi üniversite giriş sınavında Türkiye birincisi olmuştu. Haftalık popüler dergilerden birisinde Dr. Stres adında bir zâtın onunla yaptığı bir konuşmayı hatırlıyorum, ona diyordu ki: -Sizin diğer kolejli çocuklardan farkınız ne? Onların imkânları daha fazla, siz İmam Hatipli'siniz. Onlar yüksek ücretli, pahalı, lüks kolejlerde okuyorlar. Onları üretkenlikte sollayıp geçiyorsunuz, nedir onlardan farkınız? Delikanlının cevabı şu idi: - Aslında belirgin bir farkımız yok. Sadece, onlar ne aradıklarını bilmiyorlar. İnsanın üretken olabilmesi için hem fikrî hem iktisadî düzlemde niçin üretken olacağı sorusunun cevabının kafasında açık olması lâzım. Hatta bunu daha ileri bir noktaya götürelim ve 'savaşmak' diye koyalım meseleyi. Yâni bir insana 'savaş' diyebilmek için, onun niçin savaşacağını bilmesi lâzım. Bilmiyorsa savaşamaz ya da kaçak savaşır. Günümüz gençlerinin önemli bir kısmı ya savaşmaktan kaçan yahut niçin savaşacağını bilmeyen, yön şaşkınlığı içinde olan insanlardır. Gençliği verimli kılmanın birinci yolu, ona yön bilinci vermektir.
Yön bilinci, tarih bilincinden doğar
Yön bilincine sahip olabilmek için tarih bilincine sahip olmak lâzım. Tarihe dönmek sadece hayallerimizi okşayacaksa; yani "Bir zamanlar ne kadar büyüktük!" tarzı nostaljik bir değer ifade edecekse, bunun üretkenliğimize katkısı olmaz, tam aksine bizi pasifleştirir. Hep geçmişte yaşamaya başlarız. Geçmişteki büyüklükle mevcut küçüklüğümüz arasındaki gerilim bizi hem aklî hem de ruhî bakımdan hastalıklı hâle bile getirebilir. O hâlde geçmişte ne aradığımızı bilmemiz lâzım. İnsanoğlu geçmişte geleceğini arar. Tarih bize geçmişi değil geleceğimizi verir. Bir çınar ağacı düşünün bir de akasya. Bu iki ağacı da babalarımız, dedelerimiz dikmiş. Ama her iki ağacın dikiliş niyeti arasındaki farkı, iki ağacı dikmenin bir anlamda felsefesini anlayabilir ve ayırdedebilirsek geleceğimizi çınar gibi mi yoksa akasya gibi mi inşa edeceğimiz konusunda bilinç sahibi oluruz. Akasya dikenler hemen şipşak netice almaya çalışanlardır. Hemen köşeyi dönmek isteyen, bir an önce ağacın meyvesini yemek isteyenlerdir. Çınar dikenler ise günün birinde bu ağacın altında, benim torunlarım, onların torunları, onların torunlarının torunları serinlesin diye dikerler. Çınar ağacı onun için beş yüz yıl, bin yıl yaşar. Çengelköyde bir çınar ağacı var, gölgesinde bugün iki kahve vardır. Yâni yüz kişiden daha fazla bir kitle onun altında serinleyebiliyor. Orta Asya-Horasan tarafından gelen bütün bilge Müslümanlar, Anadolu'ya geldiklerinde Bursa'ya vb. yerlere birer tekke açmışlar, hemen yanıbaşına çınar ağacı dikmişlerdir. Hangi dergâhı ziyâret ederseniz edin görürsünüz ki bu dergâhların hepsi çınarla özdeştirler. Çınar dikmek uzun vadeli düşünmek demektir. Geçmişimizdeki ilmî ve siyâsî oluşumları irdelediğimiz, tekkeleri, zâviyeleri incelediğimiz zaman aslında kendi geleceğimize yönelik çok ciddî ipuçları alıyoruz. Bizi üretken kılan, bu, geçmişte başarılmış olan işlerin verdiği duygudur. Geçmişte başarılmışsa gelecekte niçin başarılmasın? Dolayısıyla gençler tarihe biraz de geleceğimizi aramak, geleceğimizi araştırmak bilinciyle yaklaştırılırlarsa istikâmet tutturmaları ve üretken olmaları kolaylaşır. Kapitalizm, gençliği çepeçevre kuşatır Geçmişten bugüne gelirsek, modern dünyada gençlerin ürteken olması ne anlam ifade eder? Kapitalist bir sistem içinde yaşıyoruz ve bu sistemin önemli bir özelliği kesintisiz sermaye birikimidir. Yâni birtakım insanların elinde sermaye vardır ve bu sermayenin sistemin mantığı icabı kesintisiz bir şekilde büyümesi lâzım. Kesintisiz bir şekilde büyümesi için de sürekli birtakım malların üretilmesi ve bunların satılması lâzım. Sürekli olarak satılabilmesi için de sürekli yeni ihtiyaçların geliştirilmesi lâzım. Kapitalist sistem, tabiatı gereği manipülatif bir sistemdir. Sürekli olarak insanları manipüle etmeniz ve onlara gerçekte ihtiyaç duymadıkları malları talep ettirmeniz, satın aldırmanız lazım. Bunu onların keyfine bırakamazsınız. Bakın Harry Potter diye bir kitap çıktı. Çeşitli sebeplerle bütün dünyada küçük çocukların, gençlerin ve hatta birtakım büyüklerin zevkle okudukları; oğlumun ifâdesiyle "saçma ama akıcı" bir kitap. Bu kitap Türkçe'ye çevrilince birtakım normalde Türkçeleştirilebilecek kavramların bile Türkçe'ye çevrilmesine izin verilmiyor. Deniliyor ki "Biz, bunları reklam unsuru olarak kullanacağız." Meselâ o isimlerle yatak, yorgan, çarşaftan biblolara; çıkartmalardan boyalı kitaplara kadar bir sürü ticârî emtia üretilecek. Yâni, bir yazarın yazdığı kitaptan bile muazzam bir reklam kampanyası neticesinde büyük ticârî gelirler elde ediliyor. Tabii, gençliği bilinçlendirmek, sadece gençleri bilinçlendirmekle ulaşılabilecek bir şey değil. Toplumu topyekün bilinçlendirmek lâzım. Anne-babaları, öğretmenleri... Onlar belli bir bilinç düzeyine ulaştıkları zaman gençlikle etkileşimleri, gençliğe katkıları söz konusu olabilir. Kapitalist sistem maddî görünüm altında aslında mânevî bir sistemdir de. Yâni size bir mâneviyat, bir değer sistemi yükleyemezse bizzat o ekonomik sistem ayakta kalamaz. Bunu örnekle açıklarsam belki daha rahat anlaşılır. Şu anda bir içecek var önünüzde, bunun Coca Cola olduğunu varsayalım. Nedir Coca Cola yahut Cola Turka? Bir içecektir nihayet, meşrubattır. Eğer şöyle bir reklam yapılsa "Coca Cola en güzel, en hoş meşrubattır!" dense bunu çok fazla kişi satın almaz, kimse fazla etkilenmez. Ama ne diyor "Hayatın tadı." "Yeni neslin seçimi." "Coca Cola hayattır" diyor hatta "Hayatın tadı"ndan da öte. Cola Turka ise (her nasılsa!) sizi Türkleştiriyor! Yâni eğer, Coca Cola ilişkiniz zayıfsa hayatınız boştur, bir anlamda hayatın dışındasınız, hayattan haberiniz yoktur. Cola Turka içmezseniz, "Türklüğünüzü" yeterince hissetmezsiniz. Dolayısıyla bir meşrubatla kurulan ilişki bile aslında bir sosyalleşme ilişkisidir. Diyelim ki birisi otomobil imal ediyor; "En iyi, en sağlam otomobil" dese eh bu da bir reklamdır ama sınırlı bir etkisi olur. Fakat, "Bu otomobil prestijinizdir!" diyor. Prestij, itibar... Halbuki, sizin normal değer sisteminizde itibar (saygınlık) demek, sizin efendiliğinizle, inanç ve takva sahibi olmanızla, çelebiliğinizle, komşularla iyi ilişkileriniz, dostluğunuzla ortaya çıkan bir erdemdi. Bütün bu alanlarda kimseye zarar vermeden yaşıyorsanız, insanlara faydalı oluyorsanız o zaman itibarlı bir konumunuz olurdu. Ama şimdi bütün bu zahmetlere gerek yok, filanca arabaya binebiliyorsanız prestijiniz yerindedir, saygın bir beyefendisiniz. Bakın bir değer sisteminin yerine başka bir değer sistemini koymuş olduk. Dolayısıyla kapitalizmi maddî görünümü altında aslında bir değer sistemi, bir mâneviyat olarak görmek lâzım. Eğer kapitalizme alternatif bir içtimâî yapımız olsun arzu ediyorsak buna gençlikle beraber topyekün toplumun katılması lâzım. İnsanlar tabii ki lüks arabaya binebilirler, ama lüks arabaya binmeyi hakîkaten âile ortamı içerisinde itibar kaynağı olarak görüyorlarsa ve bunu başkalarına hissettiriyorlarsa, aile artık çok farklı bir değer sistemini benimsemiş demektir. Mesela bir baba çocuklarına, "Filanca marka otomobilimiz olduğu için biz falancalardan daha üstünüz" duygusunu veriyorsa; siz, bu duyguyu alan gence İmâm Gazâlî'den, Abdülkâdir Geylânî Hazretleri'nden bahsetseniz, ahlak örnekleri verseniz, Râbiâ Hâtun filmleri gösterseniz de onun değer sistemi değişmiştir artık. Meseleyi topyekün bir sistem meselesi olarak görmek zorundayız.
Üretim amaç değil, araç olmalı
Üretim biraz netâmeli bir kelime. Modern dönemde üretim ve üretkenlik kendi içlerinde birer gâye hâline gelmiş durumdadır. Bu hem İslâmî hem de diğer bir çok dînî gelenek bakımından sakıncalı bir yaklaşımdır. Modern toplumda üretkenlik, aslında aşırı tüketimciliğe hizmet eden, tüketimcilik de sermaye birikimine, kapitalist sistemin palazlanmasına hizmet eden bir mahiyet arzediyor. Bu çerçevenin dışına çıkararak üretken olmayı bir yandan maddî varlığımızın idamesi için gerekli ürünleri en verimli tarzda imal etmek veya yetiştirmek; diğer yandansa hakîkâte ulaşma yönünde çaba göstermek, cehd içinde olmak ve bu yolda öğrendiklerini, bildiklerini, keşfettiklerini diğer insanlarla paylaşmak, onları 'aydınlatmak' olarak tanımlamalıyız. Gençliğin her iki bağlamda da üretken hâle getirilmesi önemlidir. Bu âileden başlar, arkadaş grubu, yakın çevre, babanın-annenin dâhil olduğu muhit, cemaat ve eğitim kurumlarını içine alır (Bunlar ille lise veya üniversite ile sınırlı değil aynı zamanda çeşitli dernekler, vakıflar, onların faaliyetleri, çeşitli medya kuruluşları ve onların faaliyetleri olabilir). Bütün bu çerçeve içerisinde gençlerin hem özgün hem de hakikat yolunda emin adımlarla yürüyen birer kararlı savaşcı haline getirilmesi yeniden mümkün olabilir. Gençler birer hakîkat savaşçısı oldukları ölçüde değer kazanır ve topluma değer katarlar. 'Savaşçı' kelimesi modern toplumu biraz ürkütüyor. Dikkat edin, bütün savaş bakanlıklarının adı savunma bakanlığıdır. Aslında bunların hepsi birer insan kıyım makinasıdır. Buna rağmen gerçekliği cilalayıp, savunma diye ortaya koyarlar. Halbuki, sadece yirminci yüzyıldaki iki büyük savaşta öldürülen insan sayısı, dünya tarihinde bilinen bütün savaşların toplamında öldürülen insan sayısından daha fazladır. Yâni bu kadar kıyıcı bir medeniyetin bize, insanlara davranış dersi vermeye kalkması kadar saçma bir şey olamaz. 'Savaşcı' kelimesini şu anlamda kullanıyorum. İnsanoğlu nankördür. Hakîkâti boyuna örtmeye çalışır. Küfür, hakikate örtü manasına geliyor, savaşcılık bu örtüyü kaldırmakla ilgili bir faaliyettir, bir cehddir. Yâni savaşan bir genç esas itibariyle, o hakîkâtin üstündeki örtüyü sıyırmaya çalışan ve bunu iyi niyet sahibi her insanla paylaşmaya çalışan bir insandır. Ama bundan çıkarı zedeleneceği için etkilenen ve dolayısıyla hücûma geçen birçok insan da sözkonusu olacağı için, onlara karşı da hem kendi nefsini hem kendi toplumunu korumaya çalışacağı için savaşcı diyoruz. Dolayısıyla ideal bir genç, istikamet şuuru olan, tarih şuuru olan ve hakîkâta ulaşma ve onu gönlü temiz insanlarla, 'aklı ve gönlü başında' insanlarla paylaşmaya çalışan mücâhid bir gençtir.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |