AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

Y A Z A R L A R
Yasa mı önde gelir, zihniyet mi?

Bizim yakın tarihimizdeki idarî ve siyasî alışkanlıklarımızın arasında yasa değiştirmekle her şeyi değiştirebileceğimize ilişkin iflahsız bir kanaat yer etti. Tanzimat Fermanı'nın ilânı bu kanaatin elle tutulur ilk örneğidir. Arkasından gelen I. ve II. Meşrutiyet dönemlerinde ilân edilen Anayasa(lar), aynı kanaatin yeniden zuhurunun ve pekişmesinin alâmetleri oldu. Cumhuriyet döneminde çıkartılan bir dizi yasa da, aslında, aynı teamülün uzantısıdır.

Yasa, toplumun belli bir ihtiyacını karşılamak üzere, aşağıdan yukarıya doğru gelişen bir talep prosedürünü gerektirir. Toplum, düzenleme ihtiyacını hissettiği bir durumla karşılaşır ve onu yasayla düzenlemek bir mecburiyet haline gelir. Ve yasa çıkartılması böyle vaki olur. Oysa bizim yakın tarihimizin alışkanlığı bunun tam tersi olan bir prosedüre yer veriyor: buna göre yasa, bir ihtiyacı karşılamak üzere değil ve fakat topluma bir şekil vermek üzere ısdar ediliyor.

Pappini'nin nükteli bir ifadeyle söylediği gibi, Roma hukuku, aç gözlü ve itimatsız köylülerin hukukudur. Bu hukuk, şimdiki Batı hukukunun Hıristiyan hukukuyla birlikte temelini oluşturur. Roma hukuku, yalnızca aç gözlü ve itimatsız köylülerin hukuku olmakla kalmıyor, aynı zamanda bu zihniyetin uzantısı olarak insanları peşinen hüsnüniyetsiz kabul ediyor. Medenî Yasa'nın hüsnüniyeti asıl kabul etmesi, usulî bir zorunluluğun ürünüdür. Ve gene, insanları hüsnüniyetsiz sayan telâkkinin ürünüdür. Batı hukuku, en temelinde, insanları hüsnüniyetsiz kabul eder ve bu insanın önünü kesmek, onun muhtemel hilelerine karşı hükümler geliştirmek esası üzerine kuruludur.

1960'lı yılların başlarında bir "nurcu avı" vakası başlatılmıştı. "Nurcu" adını verdikleri kimseleri yakalayıp mahkemeye sevk ediyorlardı. Ama onlara isnat edilen suçun mahiyeti tam belli değildi. Bu yüzden de, mahkemeler çoğu kez beraatla sonuçlanıyordu. O sıralarda. İ.Ü. Hukuk Fakültesinden görevli bir doktor asistan (şimdi prof.), bu hale üzülüyor ve "nurcuların" illa mahkûm edilmesini sağlamak için kendine göre bir çare geliştirmeye çalışıyordu. Bulduğu çareye göre, madem yakalanan "nurcular" mahkemeler tarafından muhakemelerine lüzum görülmeden salıveriliyordu, öyleyse kendilerine nurculuk isnat edilen iki kişi bir araya geldiği zaman onları "gizli cemiyet" kurmaktan dolayı mahkûm etmeliydi: böylece birilerini mahkûm edebilme adına, bir yasanın ilgisiz bir maddesinin ilgisiz kişiler hakkında uygulanabilmesi için, bir hukukçu (!) tarafından bulunan çare buydu.

TCK'nun 163. maddesi uygulamadan kalktıktan hemen sonra, aynı yasanın 312. maddesinin devreye sokulması, işte bu aynı zihniyetin hasılasıdır. Oysa bu maddenin uygulama alanı ve maddenin gerekçesi farklıdır. "Onları asmayalım da besleyelim mi?" beyanı, bu zihniyetin parlak bir dışavurumudur. Yasa devleti ile hukuk devleti arasındaki fark da, bu ifadenin altında yatıyor. Yasa değiştirmekle her şeyin oldu da bitti maşallah fehvasınca olup biteceğini sanan zihniyetle hukuk devleti yolunda kat edilmesi gereken yolun uzunluğunu tahayyül edince, doğrusu insanın gözü kararıyor.


31 Ağustos 2003
Pazar
 
RASİM ÖZDENÖREN


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED