AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Bu kafa, "o kafa" işte...

Başbakan'ın suçu, "artık değiştim" demesi ve anakronik siyaset anlayışını terketmesiydi. Hemen hedef tahtasına yerleştirildi. Çünkü değişmek, çoğu zaman bir cürüm, bir kabahat gibi algılanır.

Önceleri, "Çabuk söyle, değiştin mi?" diye sigaya çekiyorlardı, daha sonra "Madem değiştim diyorsun, neden? Eskisi çok mu kötüydü de, değiştin? Değişmeseydin olmaz mıydı?" demeye başladılar.

Değişmişti işte.

Dünya yirmi yıl önceki dünya değildi.

Türkiye de yirmi yıl önceki Türkiye değildi.

İnsan ilişkileri, üretim biçimi, üretim alışkanlıkları; hepsi değişmişti.

Soğuk savaş bitmiş, dünya yeni bir kutuplaşmaya doğru evrilmişti.

Bu şeraitte değişim kaçınılmazdı ve adeta kaderdi.

Ben de hep, basbayağı bir "soğuk savaş" mamulü olan ve sosyal demokratlıkla "statüko bekçiliği"ni birbirine karıştıran Deniz Baykal'ın değişip değişmediğini merak ediyorum.

Niçin aydınımız, ilericimiz, sosyal demokratımız Baykal'ın değişip değişmediğini, değişmediyse niçin değişmediğini merak etmiyor ve sola ettiği kötülüklerin hesabını sormuyor.

Sol, artık "resmî ideoloji"nin sesi.

Türkiye Cumhuriyeti'nin bütün kurumlarının resmî ideolojisini "altı ok"un oluşturduğunu, darbe anayasasında "kemalizm"in resmî ideoloji olarak yer aldığını, tüm askerî darbelerin kemalist ilkelerden uzaklaşıldığı için yapıldığını bu aydınlarımız bilmiyor mu?

O halde niçin, "Böylesine bir devlet ideolojisinin, halkı temsile yönelmesi gereken 'sosyal demokrat' partide işi ne?" diye sormuyor?

Vaktiyle Neşe Düzel, Baykal'a şöyle bir soru yöneltmişti:

"28 Şubat'ta ordu siyasete müdahale etti. Bağışlayın ama, sizin o konuda pek sesiniz çıkmadı. Ordunun politikaya müdahale edebileceğini savunan kemalist bir sol var bugün Türkiye'de. Siz onlarla aynı görüşü mü paylaşıyorsunuz?"

Cevap elbette "hayır"dı...

Deniz Baykal, ordunun siyasete müdahale etmesini kesinlikle istemiyordu; çünkü şu an itibariyle Türkiye demokrasiye yönelik tehlikeleri etkisiz kılabilecek bir noktadaydı. Siyaset kendi sorunlarını çözmeliydi; ama siyaset maazallah demokrasiye yönelik tehditleri önleme noktasında zaaf gösterirse...

Müdahale o zaman kaçınılmazdı.

Peki, Türkiye'nin, demokrasiye yönelik tehlikeleri etkisiz kılma noktasına gelip gelmediğine kim, nasıl karar verecekti?

Yine müdahale edenler mi?

Geçmişte, "demokrasi" gerekçe gösterilerek birçok darbe yapıldı, birçok hükümet düşürüldü, bir Başbakan asıldı...

Yine de haksızlık etmek istemem; "28 Şubat sürecinde ordu, sivil kamuoyunun oluşmasına katkı sağlayan önemli bir baskı grubudur" diyerek, açıkça BÇG'nin "fişleme düzeni"ne sahip çıkan Baykal da aslında değişmek istiyor, ama aşamadığı "statükolar" var.

Seçim öncesi, "Anadolu solu" gibi, hiçbir tarihsel/rasyonel temeli bulunmayan bir kavram ortaya atmış, amiyane tabiriyle "dindar ve muhafazakar çevreleri kafalamaya çalışmıştı", ama olmadı.

Olmadığını, olmayacağını Baykal da biliyor.

CHP'de, öncelikle, demokrasiyi "devlet düşmanlığı" olarak algılayan kafanın değişmesi gerekiyor. Bu da, takdir edersiniz ki, Zülfü Livaneli gibi "aykırı ses"leri boğmakla olmuyor.


6 Aralık 2003
Cumartesi
 
AHMET KEKEÇ


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED