|
AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ |
| |
|
| ||
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
"Amerikayı eleştirmem gerektiğini biliyorum" diyor, son filmi Dogville dün gösterime giren Danimarkalı yönetmen Lars von Trier. Dogville, yönetmenin Amerikayı eleştirmeye soyunduğu USA üçlemesinin ilk ayağı, yani U'su. Çocukluğunu ve gençliğini Amerika'yı protesto ederek geçirmiş, içine düştüğü bunalımı, tıpkı eleştirdiği ülkenin insanları gibi Prozac yardımıyla atlatmış biri o. Irak savaşına karşı çıkan ve "Amerika imajı için bir şeyler yapmalı" diyerek üçleme yapmaya karar veren Von Trier, 1930'lar Amerikasında geçen filminde, insan doğasını ve kitle ahlakını sorguluyor, iyiliğin ve kötülüğün kaynağına ayna tutuyor. Gangsterlerden kaçarak, izole olmuş küçük bir kasabaya sığınan Grace'in kasaba insanlarıyla yaşadığı iki yönlü acımasızlığın hikayesini anlatan Trier, filmin çıkış amacına istinaden de "Amerikan hükümetinin hiç bir şeyi olmayan insanlara iyi davrandığını düşünmüyorum" diyor. Amerika'yı ve Amerikalıları birbirinden ayırıyor ama. İnsanların öz de bir ve benzer olduklarını vurguladıktan sonra gerekli ayrımı da yapıyor elbet: "Amerikalıların diğer insanlardan daha kötü olduklarını düşünmüyorum fakat Bush'un haklarında sürekli kötü konuştuğu insanlardan daha az kötü olduğunu da düşünmüyorum". Amerika'ya hiç gitmemiş olmasına rağmen bunun Amerika hakkında bilgi sahibi olmadığı anlamına gelemeyeceğini ise, Danimarka medyasının yayınlarının yüzde yetmişinin Amerika çıkışlı olduğunu hatırlatarak ispatlıyor: "Amerikan filmlerinden bana gelen bilgilere ve bu bilgiler hakkında hissettiklerime ayna tutuyorum" Ayakkabının içinde bir taş Dogville, beklentileri yıkan, üç saati bulan süresi ve sıradışı tiyatral havasıyla hazırlop sinema diline alıştırılmış seyirci için zor bir film. Acımasız hikayesi ile huzursuz eden, sorgulayan, yıkan ancak seyrettiren "duygusal" bir film bu. Bir açılış ve dokuz bölümden oluşan filmde hikaye, bir anlatıcının dilinden aktarılıyor. Filmlerinde hayatlarını ve kişiliklerini yaptıkları seçimlerle şekillendiren insanları anlatan Lars von Trier Dogville'de, karakterlere yaptığı "psikolojik zoom"larla izleyiciyi, iyilikle kötülük arasındaki o incecik zarın aslında doğal ve kolayca yırtıldığına tanık ediyor. Karakterlere odaklanmayı sağlamak içinse, bir kaç zorunlu eşyanın dışında, duvarlar da dahil hiç bir şeyin olmadığı; sınırların, bir şeyin içinde ya da dışında olmanın basit sınır çizgileriyle anlatıldığı, orada olduğu varsayılanların izleyicinin hayal gücüne havale edildiği, tanrısal bir gözün olup biteni gözetlediği bir set kuruyor. Bu hem, 'iyi' diye tanımlanabilecek karakterlerin en küçük bir sınanmada dahi, daha derinlerde gizledikleri 'kötü'lüğü nasıl kustuklarının görünmesine, hem de, karakterlere yaklaştırılan izleyicinin bu ifrazatı iyice görmesini sağlıyor. Her bir karakterin aslında parçalara ayrılmış kendisi olduğunu söyleyen Von Trier, hikayeye ve karakterlere mesafeyle yaklaşıyor; onları, arkalarına gizlendikleri maskeleri şeffaflaştırarak çırılçıplak gösteriyor. Bir şarkının ilhamıyla vücut bulan ve barok müzik eşliğinde akıp giden filmde sınırsız iyiliğinin ve karşılığında gördüğü kötülüğün intikamını sertçe alan Grace'i canlandıran soğuk karakterlerin başarılı oyuncusu Nicole Kidman, bu zorlayıcı rolün altından da başarıyla kalkıyor. Dogville, öyküsüyle de, tekniğiyle de tartışılacak cesur bir film. Meslekdaşlarınca "küstah" bulunan, Amerikalıların dünyada "neyi" temsil ettiklerini stilize bir filmle hatırlatan Lars von Trier için bir film zaten "ayakkabının içindeki taş olmalı, provake etmeli". Dogville, taş kadar sert bir uyarıcı. Dogville, tiyatral yapısı ve uzun süresi ile seyirciyi şaşırtıp bildik sinema beklentisini boşa çıkarsa bile, iyiliğin-kötülüğün şeffaf anlatımı, iki durum arasındaki dönüşümün ve intikamın sade fakat keskin aktarımı ile eleştirmenlerle izleyiciyi aynı noktada; Dogville'in sıradışı başarısında birleştirecektir.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |