AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
İslam'ı doğru öğrenmek

"İslam'ı doğru anlama"nın İslam dünyası ve bu arada Türkiye için ne kadar hayati değer taşıdığı yaşanan olaylarla daha iyi ortaya çıktığı açıkça görülüyor.

Bir kere en temel zaruret şu:

-Bir Müslüman açısından İslam'ı öğrenme ihtiyacını ortadan kaldırmak mümkün değil. İslam'la en uç kültür değerleri açısından alakası bulunan kesimler için bile, bir türbede okuyabileceği duayı bilmek, dolmuşa binerken "bismillah" demek, maça çıkarken uğur kabul edilen bir duayı okuyabilmek, bir bigilenmeyi gerektiriyor.

İnsanlar bu bilgiye ulaşmak için çeşitli yollara başvuracaklar. Anne – babalar, bir öğretmen, bir kitapçı, dindar tanınan bir insan, bir hoca, bir bilgin vs... Kulaktan dolma bilgiler olacak, kitaba bağlı bilgiler olacak.

İslam açısından da, insanın kendi ruh sağlığı açısından da, içinde yaşanan toplumsal çevre açısından da tercih edileni, sağlıklı bilgilere ulaşılması, o bilgilerin sağlıklı özümsenmesi.

Türkiye'de insanların dinle buluşmasında sorunlar yaşandığı bir vakıa. "Din eğitimi" alanı sorunlar alanı.

Bunda sistemin başından itibaren konuya mesafeli yaklaşımının etkisi büyük.

Ta başta "din eğitimi verilmeli mi, verilmemeli mi?" gibi terüddütler yaşanmış. "Din eğitimi"nin kurumlaşması her zaman problemli olmuş.

"Tevhid-i tedrisat" çerçevesi, devlete hem din eğitimini temin etme görevi vermiş hem de bunun devlet kontrolünde olması şartını koymuş. Bunun birinci boyutu, bir zaruretin görüldüğü, ikinci boyut ise, bu alanın başıboş bırakılmaması kaygısının taşındığı anlamına geliyor.

Cumhuriyet dönemi boyunca, "din eğitimi"nin bu iki uç arasında salındığını görüyoruz. Devlet adına "kaygı ve kuşku"nun yoğun gözetimi altında bir din eğitiminden söz etmek mümkün. Halk açısından bakıldığında ise, olmazsa olmaz bir eğitim ihtiyacının, kendisine biraz kerhen verildiğinin farkında bir psikoloji söz konusu olmuştur. Sanki halkın sürekli talep ettiği, devletin de sürekli rezervli yaklaştığı bir "din eğitimi" ilişkisi ortaya çıkmıştır.

Halk tarafından bakıldığında bu olgunun bir "din eğitimi açığı" şeklinde algılandığı da not edilmelidir. Bu açığın bir biçimde kapatılması çabaları da halkın "din eğitimi" alanındaki tepkisel tavrı olmuştur.

İmam Hatipler, Kur'an Kursları, orta öğretim kurumlarındaki din kültürü ve ahlak bilgisi dersleri, Diyanet tarafından verilen cami hizmetleri hep tartışmalıdır, çünkü bir taraf halka "fazla din verildiği" ve bunun "risk oluşturacağı" kanaatinde olmuş, bir kesim ise, "Müslüman bir şahsiyet inşası açısından din eğitiminin yetersiz kaldığı" ve bunun "hakim bir zümrenin din alanı kuşku ile yaklaşmasının ürünü olduğu" kanaatine yönelmiştir.

Bunun ürünü, halkın hakim yapıya kırgınlığı, zaman zaman verilen din eğitimini bile yetersiz ve güvenilmez bulması olmuş, oradan da yeni bilgilenme arayışına yönelmesi sonucu doğmuştur. Avrupa'daki insanlarımızın açık durnumu, Türkiye'dekilerin de örtülü durumu budur.

Hakim yapı ise zaman zaman halkın bu arayışlarını bir zaruretin ürünü olarak telakki edip, görmezden gelmiş, zaman da "sisteme aykırı" bulup yaptırım uygulamaya yönelmiş.

Şu sıralar Diyanet'in "Kur'an eğitimi" alanında nisbi kolaylıklar sağlayan bir yönetmelik yayınlamasının ortaya çıkardığı gerilim tipik bir Türkiye manzarasıdır.

Bir taraf olayı, AKP'nin mazisini istikbalini okuyan bir kuşkular cehenneminde boğmak istiyor, diğer tarafsa, bunun zaten tabii bir ihtiyacı karşılamayı amaçladığını düşünüyor.

Şimdi düşünelim: Diyanet bir devlet müessesesi. Her türlü faaliyeti denetlenen bir müessese. Ve onun denetiminde bir Kur'an eğitimi söz konusu... Peki kuşkunun sebebi ne? Kuşku duyanlar, din eğitimi verilmesini istemiyorlar mı, mevcudun yeterdli olduğunu mu düşünüyorlar, mevcudun hangi ihtiyacı karşıladığını biliyorlar mı, din eğitimi talep edenlerin ihtiyaç durumlarını tesbite yönelik bir çalışma mı yapmışlar? Yoksa peşin bir kuşku ve onu besleyen peşin karşıtlıklar mı (düşmanlıklar dememeyi tercih ettim) söz konusu? "Din eğitmi ne kadar az olursa o kadar iyi, hatta hiç olmazsa daha iyi" gibi bir zihinsel zemin mi mevcut? Ve buradan, bir gün bu ülke insanlarının din ile ilişkilerinin tamamen biteceğine dair bir umuda mı ulaşılıyor?

Eğer böyle boş bir ümid yoksa, yani bu ülke insanlarının gide gide İslam'dan kopacağına dair bir beklenti yoksa, o zaman "sağlıklı din eğitimi" zaruretini hiç kimsenin gözardı etmesi mümkün olmayacaktır. "İslam'dan kopuş" ise gerçekten bir ham hayaldir, çünkü Rusya'da 70 yıllık ateizm uygulaması bile insanların yüreğinin derinliklerinden İslam'ı, hatta daha genelde din duygusunu söküp alamamıştır.

"Sağlıklı din eğitimi" bir zaruretse, o zaman bu ülkede bu alanda bilgi sahibi ve halkın güven duyacağı bilginlerin, evet... her alandaki İslam bilginleri başta olmak üzere, psikolog, pedagog, sosyolog gibi sosyal bilim uzmanlarının kafa kafaya verip, en doyurucu İslami bilgilenmenin nasıl sağlanacağı konusu üzerinde kafa yormaları ve Türkiye insanının şahsiyet dokusunda İslam'ın yeri ne ise, onun verilmesinin şartları tesbit edilmelidir.

İslam'dan soyutlanmış bir şahsiyet inşası hedeflenmemişse, böyle bir hedefin, anlamsızlığı, imkansızlığı kabul ediliyorsa, insanımızın "din eğitimi" talebi ve ihtiyacının en doyurucu biçimde karşılanması zaruridir. Kanaatimce devlet, Mehmet Aydın gibi sahasının en geniş ufuklarına sahip bir bakanın denetimindeki bu Diyanet kadrosunun "din eğitiimi" projesi kadar devletin endişelerini bilen, toplumun güvenini sağlayacak bir proje bulamaz.

İtirazlar, öfkeler, paranoid kuşkular vs... hepsi Türkiye'yi hiçbir zaman çözüme ve toplum – devlet ilişkilerinde uyuma götürmeyen yaklaşımların göstergesidir.


9 Aralık 2003
Salı
 
AHMET TAŞGETİREN


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED