|
AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ |
| |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Artık işin sonuna yaklaştık, "dananın kuyruğunun kopmasına" hepsi hepsi birkaç gün kaldı... Bakalım KKTC'de 12 Aralık seçimlerinden nasıl bir sonuç çıkacak?.. Sizin de bildiğiniz gibi seçim sonuçlarına ilişkin tahminler muhtelif. Siyaset, ekonomi (Ankara Ticaret Odası Başkanı Sinan Aygün, Eroğlu hükümeti tarafından KKTC vatandaşı yapılıp seçmen kartını da almış ama muhalefetin itirazı sonucu seçmenliği iptal edilmiş!) ve "güvenlik" çevreleri gibi, gazetelerin de kendi tercihlerini öne çıkardıkları gözleniyor. Biliyorsunuz, "Anavatan"da KKTC'deki seçimlere ilişkin açıklanan tercihler, Türkiye-AB ilişkilerini değerlendiriş tarzıyla epeyce paralellik arzediyor. AB yolunun mutlaka açılmasını isteyenler açısından KKTC'de muhalefet partilerinin zaferi bu yolda önemli bir engelin aşılması anlamına geliyor. AB'ye hâlâ "şüpheci" bakanlar açısından ise, Denktaş'ın yerini koruması en makbul sonuç. Söylediğimiz gibi, gazetelerin KKTC'deki seçimlere ilişkin haber ve yorumları da bu tercihler doğrultusunda. Mesela, "AB yanlısı" Radikal ve "AB karşıtı" Cumhuriyet, bu çerçevede iyi birer örnek. Radikal, hem de kaç zamandır, muhalefet partilerinin görüşlerini sayfalarına taşıyarak "Annan Planı"nın hâlâ bir çıkış yolu olduğunu vurgularken, Cumhuriyet, "red cephesi"ne uygun bir yayın politikasının en açık sürdürüldüğü bir gazete konumunda... Daha "merkez"de yer alanlar hangi telden çalıyor peki? Tahmin edeceğiniz gibi, buradaki hakim hava daha çok "merkez havası"; yani bir bakıma "En iyisini büyüklerimiz bilir!" havası... Önümüzdeki pazar günü yapılacak seçimlere ilişkin tahminlerin muhtelif olduğunu söyledik. Bu "muhteliflik", KKTC'deki en güçlü muhalefet partisi (Cumhuriyetçi Türk Partisi) başkanı Mehmet Ali Talat'a göre "dezenformasyon"un bir sonucu. Radikal'den Neşe Düzel'e verdiği mülakatta, "Denktaş bey gittikçe yalnızlaşıyor. Ama dezenformasyon öyle işbaşında ki, Türkiye'den bakıldığında durum sizin dediğiniz gibi görünüyor" diyor. Pek tabii olarak seçim arefesinde pek çok Türk gazeteci de KKTC'deydi. Havayı yerinde koklayabilmek ve daha doğru tahminlerde bulunabilmek için. Yine kolaylıkla tahmin edebileceğiniz gibi, KKTC'yi gezip gören, sorup soruşturan gazetecilerin haber ve yorumları da muhtelif... Mesela Cumhuriyet'ten Oral Çalışlar ile Milliyet'ten Fikret Bila'nın haber ve yorumlarının, KKTC izlenimlerinin birbirinden çok farklı olması gibi... Biz burada, çok daha ilginç olması bakımından Bila'nın haber ve yorumuna özel bir yer ayırmak istiyoruz. Bila, gazetesine KKTC'den geçtiği haber ve yoruma "14 Aralık'ta Annan Planı oylanacak" başlığını seçmiş. Doğrusu çok da iyi yapmış; gerçekten de bu seçim büyük ölçüde Plan'ın oylanması anlamına geliyor. Bila daha sonra taraflara mikrofon uzatmış. Milliyet yazarının "taraflar"ı belirlerken esas aldığı ölçüt yaş sınırı. Yani, "40 yaş ve üzerindekiler" Annan Planı'na karşı, bu yaş grubunun altında yer alanlar taraftar. Bila'nın ölçüt seçimi de yerinde sayılır. Eskiler (yani 40 yaş ve üzerindekiler) Barış Harekatını ve öncesini bildikleri için çok daha temkinli; yenilerin kafasını ise geçmişten daha çok "gelecek" meşgul ediyor.... Ancak buraya kadar işi iyi götüren Bila'nın sıra "taraflar"a mikrofon uzatmaya gelince bayağı "taraflı" davrandığını görüyoruz.... Haber ve yorumun tamamı okunduğunda açıkca görülüyor ki, bu haber ve yorumda "40 yaş ve üzerindekiler" (unutmayın gazetecinin kendisi de bu kategoriye giriyor!) bayağı kayırılmış... Mesela, adı anılmayanları saymazsak, bu gruptan üç kişiye konuşmaları için uzun süreler tanınırken, "küçükler" sadece iki genç kız ile temsil ediliyor... Ayrıca gerçekten çok şaşırtıcı bir biçimde, "yaşlılar"ı temsilen "John" adında bir İngiliz'e de söz hakkı tanınmış! "John" kim mi? "John", Karşıyaka Köyü ve civarına yerleşmiş 100 kadar İngiliz ailenin birinin üyesi, oy hakkı da yok... Ama bu "John" adlı İngiliz (soyadının yazılmasını istememiş) bir Denktaş hayranı... "Barıştan sadece birleşmenin anlaşılması yanlış. Gençler geçmişi ve tarihi bilmedikleri için bu şekilde bir birleşmenin doğuracağı sakıncaları bilmiyorlar. Barış iki ayrı devlet üzerinden sağlanmalı" diyor. (Artık bu sözleri "John" mu ediyor, Bila mı böyle anlıyor, orası başka bir mesele!) Bila, KKTC'den geçtiği haber ve yorumda tarafsızlığını bir yerde daha bozmuş. Bu bölümde de, Milliyet okurlarına şöyle bir yorum sunuyor: "Siyasetle yakından ilgilenenler seçim sonuçlarının mevcut durumu fazla değiştirmeyeceği kanısında. Derviş Eroğlu'nun liderliğindeki UBF'nin yine birinci parti çkma şansının fazla olduğunu, muhalefetteki Mehmet Ali Talat liderliğindeki CTP'nin de ikinci parti konumunda seçimden çıkabileceğini tahmin ediyorlar." Yani endişelenmeye gerek yok, herşey yolunda, "Denktaş'ın konumunu etkileyebilicek bir meçlis ve hükümet yapısı" söz konusu değil... Bila'ya görüş açıklayan bu "siyasetle yakından ilgilenenler"in kimler olduğu belirtilmemiş... Neyse, Ankara'da oturularak yazılsa da çok bir şey farketmezmiş ama yine de KKTC'ye kadar gidilip oradan geçilen bir haber yorum var önümüzde... Hem bakın fena mı olmuş; böylece Denktaş'ın tezini destekleyen "John"u da tanımış olduk! (K.B.)
Milliyet mahkemesinde çare tükenmez!
Pazar günkü Kronik Medya'da, 20 Kasım'daki intihar saldırılarıyla ilgili oldukları gerekçesiyle Suriye'den getirilen öğrenciler hakkında büyük basında çıkan haberlerin "bir gazetecilik felaketi", "gazetecilik mesleğine karşı terörist bir saldırı" niteliğinde olduğunu söylemiş, gerekçelerimizi uzun uzun anlatmıştık... Milliyet, hafta boyunca sürdürdüğü "örgüt eğitimi için özel olarak götürülmüşlerdi" haberciliğinin, ortaya çıkan yeni bilgilerle tamamen çöktüğünü görüp minderden çekilseydi, biz de bu işin peşini bırakacaktık... Fakat öyle olmadı... Biz, pazartesi günü "Okur Temsilcisi" sayfasında Milliyet'in haberleriyle ilgili olarak bir değerlendirme yazısı beklerken (hatırlayın, Yavuz Baydar, kendisine bu yönde bir soru soran Zaman gazetesi muhabirine "haberlerin hepsini inceledikten sonra ilerleyen günlerde bir açıklama yapabileceğini" söylemişti), karşımıza şu manşet çıkıverdi: "İŞTE O MEDRESE... İstanbul'daki bombalı saldırılarla gündeme gelen Ebun Nur İslam Merkezi'nde dünyanın dört yanından öğrenci var. Amaçları şeriatı ve İslam'ı öğrenmek... Suriye'deki operasyonda gözaltına alınan öğrencilerin eğitim gördüğü Ebun Nur İslam Merkezi, Şam Havaalanı'ndan yaklaşık 30 kilometre uzaklıkta. Okulun bünyesinde Arapça, Kuran kursları, Tefsir ve Kuran İlimleri, Fıkhul Mukaran, İslami İlimler ve şeriat eğitimi veren bölümler bulunuyor..."
MANŞETLER NASIL DEĞİŞTİ?
Bu manşetin, geçen hafta Milliyet'te okuduğumuz manşetler ve haberlerle kıyaslandığında nasıl bir "geri çekilme" olduğunu anlayabilmek için geçtiğimiz hafta Milliyet'lerine bir göz atmamız gerekiyor... Gazete, haftayı (1 Aralık pazartesi) "SURİYE'DE KATİL AVI... İntihar saldırılarına adı karışan 22 kişi, jandarma özel timinin operasyonuyla Suriye'de yakalandı" manşetiyle açtı... Logosunun altında "Basında Güven" yazan bir gazete, nereden kaynaklandığı belli olmayan bir istihbarat bilgisini hakikat hükmünde manşetleştirmede hiçbir sakınca görmemişti. Üstelik gazete, getirilenlerin "katil" olduğunu da hükme bağlamıştı... Ertesi gün konu gene Milliyet'in manşetindeydi: "ŞAM'DA BEYİN YIKAMA OKULU... Suriye'de yakalanan Hilmi Tuğluoğlu ile karısının Türkiye'den götürdükleri 16 genç kız ve kadına üç katlı bir binada örgüt eğitimi verdiği belirlendi." "Örgüt eğitimi" iddiası, üçüncü gün (3 Aralık) biraz yumuşatılıp "din eğitimi"ne dünüştürüldü. Eğitimi verenlerin "Hilmi Tuğluoğlu ve eşi Leyla Tuğluoğlu" iddiasından henüz vazgeçmemişti gazete... Aynı tarihli Milliyet'te, Tuğluoğlu çifti dışında kalan herkesin serbest bırakıldığına dair bir başka haber daha vardı. Öğrencilerin tümü ifadelerinde Tuğluoğlu'ları tanımadıklarını söylemişler, savcılık onları inandırıcı bulmuştu ama ne fark ederdi: Milliyet henüz ikna olmamıştı!.. Milliyet o tarihten sonra bu yöndeki haberleri kesti. Öğrencilerin 5 Aralık'ta düzenledikleri basın toplantısını da 6 Aralık tarihli Milliyet'te boşuna aradık. Oysa işin normali, Milliyet muhabirleri savcıyı "kandıran" bu kişilerin Milliyet'i kandıramayacağını göstermek üzere o toplantıya katılmalı ve manşetlerde dile getirdikleri "gerçekler"i bu kişilerin suratına haykırmalıydı! Ve sonunda geldik 8 Aralığa, yani "İŞTE O MEDRESE" manşetine... Doğrusunu isterseniz, o manşet "varlıklarıyla Milliyet'i zor duruma düşüren" öğrencilerden Milliyet'in intikam alma güdüsünden kaynaklanmış gibi geldi bize... "Örgüt eğitimi" iddiası çökmüş, "üç katlı medrese" iddiası çökmüş (bunun kanıtı bizzat gazetenin 8 Aralık tarihli manşeti; birinci sayfayı öğrencilerin eğitim gördüğü Ebun Nur İslam Merkezi'nin devasa modern binası süslüyor), Tuğluoğlu çiftinin öğrencilere hocalık yaptığı iddiası çökmüş... Bu son manşetin, hiçbir günahları olmasa da "Varlıklarıyla Milliyet'i zor duruma düşüren öğrencilerden Milliyet'in intikam duygusundan kaynaklandığını" söylerken çok mu subjektif davranmış oluyoruz acaba? O zaman söyleyin: Dünyanın en katı laiklik uygulamalarından birinin geçerli olduğu bir ülkede, devlet denetiminde "şeriat ve İslam" eğitimi veren, dünyanın her yerinden öğrencilerin devam ettiği bir okul neden Türkiye'de yayınlanan bir gazetenin manşeti olsun? Sırf "İstanbul'daki bombalı saldırılarla gündeme geldiği" için mi? Buna inanılabilir mi? Hem, sözü edilenler "İstanbul'daki bombalı saldırılar"la ilgileri bulunmadığı için serbest bırakıldıklarına göre, hâlâ nasıl kurulabiliyor bu bağlantı? (A.G.)
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |