AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Bizimkiler bu oyunu iyi oynar

1980'lerle birlikte, başta tekstil olmak üzere dış dünyaya açılan birçok şirketimizden gariptir ki, pek azı kabuğunu kırarak 1990'lara büyük şirket veya holding olarak girebilmiştir. Gerçekten de Türkiye'deki holding yapısı, 1980 öncesinden fazla birşey kaybetmiş sayılmaz. O günden bugüne dünya çapında büyüklüğe ulaşabilmiş şirket sayımızda fazla bir değişiklik olmadı.

Oysa 80'lerde başlayan ihracat seferberliğini, sonraki yıllarda patlayan bavul ticareti ve Türkî Cumhuriyetlerin keşfedilmesi izlemişti. Önce büyük şehirlerimizdeki şirketlerde başlayan iş hacmindeki gelişme, daha sonraları Anadolu'ya yayılmış; son zamanlarda Anadolu kaplanları olarak andığımız girişimcilerimiz bu yolla dünya piyasasına girmişti. Ancak dalga dalga gelen ihracat patlamalarına rağmen, neden dış rekabet gücümüz hâlâ döviz kurlarına bu kadar bağımlı? Neden böylesine büyük bir potansiyelle karşılaşan şirketlerimiz, bu imkanı değerlendirip, imalatlarında, özellikle de idare ve teşkilat yapılarında bir verimlilik artışına gidemediler? Neden büyüme gösteremediler?

Firma teorisi konusunda çalışan kafalardan biri olan Harvey Leibenstein'ın oyun teorisi ile şirket içi verimliliği incelediği çalışmasında, bu sorulara kısmî bir cevap bulmak mümkün. İktisatçılar, oyun teorisini, özellikle karar alıcıların davranışlarını, diğer karar alıcıların davranışları veya muhtemel davranışları etkilediği zamanlarda kullanmayı severler. Ancak bu durum, gerçek hayatta hemen hemen her zaman karşımıza çıkar. Sözgelimi, bir işçinin şirket içinde işine vereceği emeği, sadece mikroiktisat kuralları belirlemez. İşçi, patronunun da kendisine nasıl davranacağını hesap ederek bir karar alır. Oyun teorisinin ilk derslerinde gösterilen "prisoners' dilemna" (mahpusların ikilemi) problemi, böyle ortamlarda ortaya çıkacak olan sonucun, klasik iktisat kurallarına uymayacağını ve kaynakları en etkin kullanım sahalarına yönlendirmeyeceğini göstermekte.

Mahpusların ikilemi probleminde, banka soyguncusu iki şüphelinin davranış biçimi ele alınır. Şüphelilerin birbirlerinden ayrı koğuşlarda sorgulandıkları bir ortamda, her iki şüpheli de tek taraflı faydayı arttırıcı düşünce sonucu suçu inkar edip kurtulabilecektir. Ancak her iki şüpheli de arkadaşının kendisini suçlayacağı ihtimalini göze alarak, aynı şeyi yaparak birbirlerini gammazlayarak hapsi boylar.

Benzer bir mantığın şirket içinde işçilerle patron arasında da gelişebileceğini söyleyen Leibenstein; patronların, iyi çalışmayacakları varsayımıyla işçilere verebileceği en iyi şartları hazırlamadığını, işçilerin de, kendilerine mukabele edilmeyeceği hissiyatıyla şirket için en verimli şekilde çalışmadığını öne sürer. Bununla birlikte gerçek hayatta, mahpusların ikilemi probleminin bizi ulaştırdığı sonucu da göremediğimizi söyler. Ona göre şirketler, daha çok en verimli ile mahpusların ikilemi probleminin çözümü olan en verimsiz arasında bir yerlerde oturur.

Leibenstein söz konusu durumu, zaman içinde en verimsiz olan çözüm yerine ikame edilebilecek daha verimli bir çözümün sağlanması için geliştirilmiş olan bazı teâmüllere bağlar. Herkesin bu teâmüllere uyması beklenir ve uyulmaması halinde özellikle uymayan için ortaya ciddi maliyetler çıkar. Bunların başında iş ahlakı, piyasanın düzeni, ödeme alışkanlıkları ve etkin bir işgücü piyasasının olmadığı hallerde işçi ücretleri gibi teâmülleri sayabiliriz. Bu teâmüller, çoğu zaman bizi en verimli sonuca ulaştırmazsa da, bunları terk etmenin korkunç maliyetleri olabilir.

Haliyle 1980 öncesi şartlara göre ayarlanmış olan şirket içi teâmüllerin ihracat potansiyeline rağmen değişememesi, değişimin getirdiği veya getirmesi muhtemel olarak gözüken ciddi maliyetlerden kaynaklanıyor. Leibenstein'a göre, teâmüllerin değişmesi için iki şey gerekli: Bunlardan biri mevcut teâmülleri yerinden sarsacak bir şok; ikincisi ise yeni şartlara uygun bir teâmülün oluşturulması. Bunlara, eski teâmüllerden vazgeçmenin beraberinde getirdiği maliyetlerin ve korkuların hafifletilmesi gereğini de ekleyebiliriz.

Türk şirketlerin verimsiz iç yapılarının bir kaynağı ve oluşmuş teamüllerin devamını sağlaya bir sebep de, şüphesiz ki kayıtdışının yaygın bir hal olması. Burada da şirketler devletle bir oyun içine girmiş gözüküyor. Oyunun şartlarını oluşturan yüksek enflasyon, yüksek ve dengesiz vergi oranları, kayıtdışının oluşturduğu rekabet avantajı gibi unsurlar, kayıt içinin maliyetini hem bireysel bazda, hem de oyunun dengesinde tüm taraflar için kayıtdışında kalmanın maliyetinin üzerine taşıyor. Tabii olarak kayıtdışı verimsiz dahi olsa, herkesi kucaklayan bir statüko oluşturuyor.

Öyle anlaşılıyor ki, biz de hem şirketler, hem işçiler, hem de devlet bu oyun teorisini çok iyi kullanıyor. Eli yüzü düzgün bir ekonomi politikasının mevcut şartlar içinde daha iyi bir oyun oynama ihtimali zayıf. Yapılması gereken sistemin verili şartlarını kökten değiştirecek bir şokun verilmesi. Şok sonrası oluşacak karmaşada ise, normalleştirici ve teamül oluşturucu politikaların hızla devreye sokulması gerekiyor.

Kimsenin ben artık oynamıyorum demeye hakkı yok. Öyleyse gelin bu oyunun kurallarını değiştirelim.


9 Aralık 2003
Salı
 
MELİKŞAH UTKU


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED