|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün, New York temasları sırasında yaptığı bir değerlendirmede şunları söylediği medyaya yansımıştı: "ABD yardımını takdir ediyoruz. Ama kredinin asker gönderme kararına etkisi olmaz, hatta para karşılığı bir şey yapıyor gibi gözükeceği için tam ters etki yapabilir." (Radikal, 24 eylül 2003) İşte bugün 8.5 milyar dolarlık ABD kredisi etrafında bunu tartışıyoruz. Aslında bir süredir, daha doğrusu 1 Mart'taki 2. tezkere krizinden sonra ABD ile ilişkileri yeniden hizaya sokma çerçevesinde bir söylem farklılığı dikkat çekiyordu. Türkiye'nin Irak'la alakasını değerlendiren tüm ABD'li sözcüler, konunun "Türkiye'nin çıkarı"nı ilgilendirdiğini, dolayısıyla Türkiye'nin sadece kendi çıkarları gerektiriyorsa Irak'a asker göndereceğini, Türkiye-Amerika ilişkilerinin Irak'la sınırlanmayacak kadar geniş bir pesrpektifin ürünü olduğunu vurguluyorlardı. "Türkiye'nin çıkarı..." nın altı çiziliyordu. Bu hiç şüphesiz hükümetin ABD ile ilişkilerini rahatlatan bir görüntüydü. Acaba hükümet, 2. tezkere krizinin sebeplerini ABD'lilere izah ederken, işin bu noktaya, hem "ABD'nin burnu havada tavırları" hem de "asker ve kan pazarlığı" görüntüsü sebebiyle geldiğini ifade etmiş, iyileştirme safhasında "Türkiye'nin çıkarları"nın altının çizilmesi ilke kararına bağlanmış mıydı, doğrusu bilemiyorum. Ama sanki gelişmeler böyle bir mutabakatın ürünü gibi görünüyordu. Nitekim hükümetin Irak'la ilgili söylemi de buna paralel seyretmekteydi. "Irak'a yönelik ilgimiz sadece Türkiye'nin çıkarları gerektirdiği için ve gerektirdiği ölçüde olacaktı..." Hükümetin olayı gerçekte de böyle gördüğünü varsaymak tabiidir. Çünkü onun görevi "Türkiye'nin çıkarı" üzerinde titizlenmek ve her durumda Türkiye'nin çıkarını gözetmektir. Buradaki fark, ABD'nin Türkiye kamuoyunu gözeten bir hassasiyet noktasına çekilmiş olmasıydı. Ama 8.5 milyar dolarlık kredi, bu söylemi yaraladı. Kredi ile ilgili şart , ABD – Türkiye ilişkilerini yeniden "ABD çıkarı"na endeksleyen, üstelik Türkiye – Irak ilişkisine de "ABD ambargosu" gölgesi düşüren bir hüviyete büründü. Şu sorulabilir: -Acaba Türkiye, kredi anlaşmasında şart olarak gösterilmeseydi dahi, Kuzey Irak'a Amerika'nın bilgisi ve izni dışında asker gönderebilir miydi? Musul – Kerkük'te "Kırmızı çizgiler" ihlal edildiğinde, Amerika ve Avrupa tavır koyunca asker gönderebildik mi? Ve şu soru: -Türkiye – Irak ilişkisinde "Türkiye'nin çıkarı" öncelikli mesele olarak görülse dahi, bu çıkarlar "ABD çıkarı" ile bütünleşmediği takdirde Irak'ta Türkiye'ye operasyon imkanı verilir mi? Türkiye öyle bir imkanı elde edebilir mi? İki sorunun cevabı da ne yazık ki olumsuz. Eski ABD Büyükelcisi Mark Parris diyor ki: "Türkiye, Amerika'nın komşu kapıya taşındığı, orada daha uzun süre kalacağı ve Türk çıkarlarına önemli etkisi olacak bir gündeminin bulunduğu gerçeğini kavramalı.." Bu sözleri, ister tersinden okuyalım ister düzünden, netice değişmiyor. Irak'la ilginin biçimini Amerika ile ilgiler - ilişkiler etkileyecek. Kredi konusu deyim yerindeyse bir "söylem kazası..." Ya da var olan, ama görmeyi içimize sindiremediğimiz bir gerçekliğin ifadesi. Amerika'yı yok farzederek Ortadoğu politikasını belirleme imkanı bulunmuyor. Ama görülen bir şey daha var ki, Amerika da Türkiye'yi -bölgedeki başka ülkeleri- yok farzederek bölgeye bir politika empoze etme imkanına sahip değil. Var zannedilen imkanların zaman içinde nasıl kuma saplandığı görünen bir gerçek. Türkiye'nin dış politika stratejisi bu denklem içinden çıkacak. Hükümet her kararında, "ABD güdümüne girme" ya da "ABD'ye ideolojik eksende tavır koyarken Türkiye'nin çıkarlarını ıskalama" gibi birbirine tamamen zıt suçlamalar yanında, "Mehmetçiğin kanını pazarlık konusu yapmak" gibi provokatif ithamlarla da karşılaşacak. Çünkü bu alan, "Türkiye'nin çıkarı"nı koruma kaygısından, siyasi hesaplaşmalara malzeme taşımaya kadar uzanan münbit bir polemik alanı... Hükümetin "şartlar aleyhimize işleyecek olursa krediyi almayız" söylemi, "söylem kazası"nı izale etmeye yönelik bir çıkış. ABD adına yapılan açıklamalarda "Kredinin Irak'a asker gönderme ile alakası yok" ifadeleri de aynı amacı taşıyor. Ama bunlar, "kredi için siyasi ödün" değerlendirmesinin etkisini silecek mi? Önümüzdeki hafta Meclis'e gelecek olan "izin tezkeresi"nin akıbetini etkileyecek mi, bunlar soru halinde duruyor. Belki şunda herkes müttefiktir: Türkiye Irak'ta olan biteni mutlaka ama mutlaka etkilemelidir. Ama işin "nasıl"ında ihtilaf başlıyor. "Nasıl"ı belirlemek kolay değil. Her tavrın artısı eksisi var. Hükümetin bu sınavı Türkiye adına kazanmak için çaba harcadığına inanmak lazım. Ve onun diplomatik labirentler içinde yere kapaklanmasını bekleyip üzerine çullanma hesabı yapmak yerine yardımcı olmak...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |