|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Yazılı veya sözlü bir metni anlamanın ve tabiatıyla yorumlamanın usûlü (asıl ve ilkeleri) ve tabiatıyla bir yöntemi vardır, olmalıdır. Bir metni anlamak hem metni, hem de metinde kastedileni (sözün sahibinin ne kastettiğini) anlamaktır. Bu bakımdan anlama ve yorumlama sürecinde iki hususu dikkate almak zorunludur: Birincisi, sözü, sözün kendisini (lafzı ve lafzın delâlet ettiği mânâyı) anlamak. İkincisi, bu sözden veya bu sözle (lafız ve mânâ aracılığıyla) ne kastedildiğini, yani muradı anlamak. Sözgelimi bir kimse karşısında oturan kimseye havanın soğuduğunu veya üşüdüğünü söylediğinde muhatabın sadece bu lafızları ("Hava soğudu", "Üşüdüm") ve bu lafızların delâlet ettikleri mânâları anlaması yetmez, bu sözleri söyleyen kimsenin ne kastettiğini de anlaması gerekir; zira böyle söylemekle sözün sahibi o kişiden mesela pencereleri kapatmasını veya açık bir mahalde iseler oradan ayrılmak istediğini de îma etmiş olabilir. O halde kısaca söylendikde, sözü anlamak sözün ait olduğu dile ve o dilin inceliklerine vâkıf olmayı gerektirdiği gibi, muradı kavramak da en azından sözün bağlamına nüfûz etmeyi icab ettirir. Kim söylüyor? Nerede ve ne zaman söylüyor? Niçin ve nasıl söylüyor? Hepsinden önemlisi kime ve ne söylüyor? Bütün bu soruların cevabını bulmadıkça bir sözü ve sözün sahibinin muradını tayin etmek oldukça güç, hatta imkânsızdır. Nitekim Arapça'da 'anlamak' mânâsına gelen iki sözcükten biri 'fehm', diğeri 'fıkh'tır. İlki sözün kendisini anlamak, diğeriyse sözden kastedileni anlamak mânâsındadır. Kur'an muhatablarını kendisini anlamamakla suçladığında, bu sözcüklerden ikincisini kullanmış ve onları sürekli sözün muradı üzerinde düşünmeye davet etmiştir. Demek ki anlama ve yorumlama faaliyeti, muhatabın keyfine veya şahsî tercihlerine bağlı denetimsiz bir gayretkeşliğe indirgenemez. Yorum faaliyeti, sahiplerinden sadece 'ehliyet' değil, aynı zamanda 'ciddiyet' ve 'mesuliyet' de talep eder. Çokevlilik meselesi sadece İslâm'a hürmetsizlik etmek niyeti taşıyanların değil, İslâm'a hürmeti olanların da umumiyetle yanlış anladıkları ve bu yüzden istismar ettikleri meselelerin başında geliyor. Bugün geçerli olan toplumsal yapı ve bu yapının ürettiği zihniyet ve alışkanlıklar çokevlilik meselesini 'cinsel' bir tema haline getirmekle kalmamış, işbu 'cinsellik' vurgusu çokevliliğe saldıranları da, savunanları da bilgisizce meselenin aslını esasını (murad-ı ilahîyi) anlamak ve kavramak noktasından uzaklaştırmıştır. Çokevlilik ile ilgili ayetleri nasıl anladığımı, nasıl yorumladığımı açıkça yazdım ve gerekçelerimi de tek tek sıraladım. Usulsüzlüğün 'vusülsüzlük' demek olduğuna inandığımdan, Kur'an'ı anlama ve yorumlama konusunda tâbi olduğum yöntem ve ilkeleri kitaplarımda yıllar öncesinden ilmî bir sûrette ayrıntılarıyla ortaya koymuş idim. Vardığım sonuçlar, keyfî tercihlerimin değil, takib ettiğim usûl ve erkânın hâsılasıdır. Demek ki hata —eğer varsa— yorumlardan önce, bu yorumların esaslarında (usûlünde) aranmalı, mukabele ise alışkanlıklara değil, usûle dayanmalıdır. Kur'an'ın çokevliliği sınırlamadığını, hatta sayı tahdidinde bulunmayıp ilk muhataplarını —ayetlerin bağlamı muvacehesinde— teşvik ettiğini ve fakat bu teşvik ifadesinin kendi hususî şartları içerisinde geçerli olduğunu söyledim. Nitekim "Kur'an çok evliliğe izin vermez, emreder" derken, dolaylı muhatabları değil, doğrudan muhatabları kastetmiş ve kasdımı da sarih ifadelerle yazmış idim. Dahası, evlilik kurumunun sayıyla (önceleri dört'le, şimdiyse bir'le) tahdid edilmesine yönelik muahhar teşebbüslerin, Kur'an'ın 'doğrudan' değil, 'dolaylı' muhatablarının kendi tarihsel bağlamlarınca, sonraları meşrûiyet kazandığını, bunun da pekâlâ anlaşılabilir sosyo-psikolojik sebepleri bulunduğuna işaret ettim. ["Kur'an'ın doğrudan ve dolaylı muhatabları" şeklindeki kavramsallaştırmamın ayrıntıları için "Kur'an'ı Anlama'nın Anlamı" (İstanbul, 1995) ve "Sözlü Kültürden Yazılı Kültüre: Anlam'ın Tarihi" (İstanbul, 1997) adlı eserlerime başvurulabilir.] Bugün 'çokevlilik' ruhsatını, çapkınlıklarını meşrulaştırıcı, cinsel zaaflarını tahrik, hatta teşvik edici bir "azimet-i diniye" gibi algılayan uçkur ehlinin, Kur'an'ın ayetlerini heva ve heveslerine alet ettiklerinden kesinlikle kuşku duymuyorum. Sözümona İslâm'ı müdafaa maksadıyla meydana atılıp eşlerin sayısını —yorum düzeyinde— bire indirmeye çalışan gayretkeşleri ise hiç ama hiç ciddiye almıyorum. Kanaat-i acizâneme göre, sigara içmenin nass-ı sarih ile haram kılınmadığı bahanesiyle bir kimseye sigara içmeyi tavsiye etmek ne denli büyük bir hamakat eseri ise, Kur'an'da çokevlilik yasağı yok diye, bugün insanlara çokevlilik yapabileceklerini tavsiye etmek de o denli büyük bir hamakat eseridir. Bana sorarsanız ikisi de sağlığa zararlı: biri beden sağlığına, diğeri de akıl ve ruh sağlığına. Çünkü günümüzde çokevlilik teşebbüsleri —Kur'anî bağlamın tam da aksine— şefkat ve merhamet eseri değil, 'şehvet' alâmeti olarak zuhur etmekte, edeb, ilim ve takvâ ile teskin edilmesi gereken nefisler, kendilerini iyice yoldan çıkaracak "gayr-ı meşrû" ilişkilerle tatmin edilmeye çalışılmaktadır. Oysa bu, gerçekte, nefsi ne teskin, ne de terbiye ve tezkiyedir, bilakis iyiden iyiye azdırmaktır. Hâsılı, İslâm bizlere nefislerimizi nasıl tezkiye ve terbiye edeceğimizi öğretirken, azgınlaşmış nefislerin, dizginlenemeyen şehvetlerin gizli kapaklı işlerine (!) meşrûiyet kazandırmak amacıyla bu mübarek dini istismar etmek, zaten modernizmin saldırıları karşısında sallanmakta olan "müslüman aile"nin temellerine kastetmekten başka bir mânâ taşımaz!
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |