|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Türkiye'nin, Amerika'nın yanıbaşında Irak işgaline karşı çıkmamın gerekçesi ile "milli çıkar" ve "barışa katkı" gibi mazeretle asker gönderilmesine karşı çıkışımın gerekçeleri temelde aynı. Bu bölgenin insanları birlikte yeniden bir şeyler inşa edeceklerse, Amerika'nın dizayn ettiği bir toplum ve siyaset projesine destek vererek gerçekleşemez. Bu bölgenin insanları ortak tarihlerini birlikte inşa ettikleri gibi geleceklerini birlikte inşa etmenin imkanlarını ellerinde bulunduruyorlar. Geniş bir perspektiften bakıldığında toplumların kendilerini inşa süreçleri medeniyet bilinçleriyle doğrudan ilişkilidir. Bu bilincin oluşması ise çok uzun süreçlerin sonucudur. Selahaddin Eyyübi'nin Türk, Kürt ya da Arap olmasından çok yüklendiği misyon yani bu ortak bilincin temel taşı olması daha önemlidir. Bu bilinci zedeleyecek her adım politik gerekçeleri ne olursa olsun ortak medeniyetimizin yeniden inşasını engelleyecektir. Irak'a asker gönderme kararı alanların 'pratik gerekçe'lerini bir yana bırakarak; ilke düzeyinde Türkiye'nin, İngilizlere karşı 86 yıl önce savunduğu kendi topraklarına yine işgalci İngilizlerle omuz omuza dönüyor olmasının Iraklıların, Türklerin hafızasına nasıl kazınacağını düşünmek zorundayız. Sömürgecilikle birlikte gelen modern ideolojiler bölgenin siyasi parçalanmışlığını pekiştirdi. Ortaya çıkan ulusçuluk ortak medeniyet bilincimizi zedeledi. Ulus-devletler bir yanda kendi halkına yabancılaşırken diğer tarafta bölge içinde çatışmaları besledi. Ancak, Müslüman halkın derinlerden beslenen hafızası her şeye rağmen ortak bilinci korumansını sağladı. Bölgenin parçalanmışlığına ilaveten özellikle Irak özelinde etnik aidiyetler alabildiğine kışkırtılarak bir tür 20. yüzyılın başında yaşanan geç kalmış ulusçuluk diriltilmeye çalışılıyor. Özellikle Kürt kimliğine dayalı hassasiyet bölgenin zayıf halkasını oluşturuyor. Kolonyalizmin bir mirası olarak ortaya çıkan ve batılı hegomonik güçlerin- İngiltere/ABD/SSCB -dikte ettirdikleri siyasi birimlerin sitemik uygulamalarının doğurduğu Kürtlerin ezilmişliği, Şiilerin baskıya uğraması, Türkmenlerin asimile edilmeleri gibi acı sonuçlar yeni sömürgeciliğin siyasal araçları olarak yeniden türetilmek isteniyor. Kürtlerin kendileri gibi Araplara, Türkmenlere, Şiilere, Sunilere acılar çektiren Saddam rejimine karşı savaşma adına diğer unsurlara yönelik intikam duygusuyla davranmaları/algılanmaları, işgalcilerin uzantısı gibi fonksiyon görmeleri bölgenin yumuşak karnını oluşturuyor. İşgal gücünün bir yabancı gücün içerdeki uzantısı olmak bölgedeki unsurların hafızasında derin izler bırakır. Zaten bölge üzerinde hesabı olan tüm güçlerin yapmak istediği de bu. Bu anlamda 'zayıflık' ya da 'zaafiyet teorisi' devreye girer. Zayıf liderlikler, temsiliyet zafiyetleri yabancı güçlere dayanmak zorundadır. Bölge üzerinde stratejik hesapları olan güçlerin yapmak istediği de tam tamına bu değil mi? Bin yıldan fazla bir sürede oluşan ortak bilincin düşmanlığa dönüşmesi. Bu stratejiye katkıda bulunacak her davranıştan kaçınmak temel strateji olmalıdır. Bölge büyük bir provokasyonun eşiğindedir. Türkiye'nin bu provokasyona psikolojik katkısı bile toplumsal hafızada, toplumsal dokuda derin yaralar açacaktır. Türklerin benzer bir konumda, yani, işgalci Amerikan ve İngiliz askerleriyle yan yana görünmelerinin tarihe nasıl yansıyacağını düşünmek zorundayız. "Real politik" bir tarafa, ideal olanın her zaman kollanması gerekir. Ufku geniş tutmak hedefsizliğe götürebileceği gibi sadece pratik sorunlardan yola çıkarak strateji üretilemez. Bu durumda stratejiden değil olsa olsa birbiriyle çelişen taktik adımlardan söz edilebilir. Türkiye'nin temel açmazı uzun vadeli bir perspektifin olmamasıdır. Bu nedenle etnik unsurlarla ilişkisi hafızasız toplumlara özgü bir tür korku ilişkisidir. Kendi tarihiyle kurduğu reddi miras ilişkisi yüzünden hafızasını silen Ankara'nın, bir Ortadoğu mozayiği görünümü veren Irak'ta nasıl bir toparlayıcılık fonksiyonu yüklenebileceğini merak ediyorum. Ankara'nın hafızasızlığı bölgeye karşı bir vukufiyet zaafı oluştururken attığı adımlarda birbirini tekzip eden politikalar üretmektedir. Bu durumun en iyi göstergesi birinci tezkere ile ikinci tezkere arasında takınılan tavırlarda gözlemleniyor. Üstüne üstlük "nufuz casusu" gibi misyon üstlenen kalemşörlerin tavırları Türkiye'nin kendisine, bölgesine karşı misyonunu tahrip etmektedir. Türkiye'nin Amerika ile birlikte savaşmasını destekleyenler ne oldu da birden bire Irak'a girmesine karşı çıkar oldular? Bunun tek gerekçesi Türkiye açısından şartların değişmesi değil yüklendikleri "nufuz casusluğu" misyonudur. Ve bu Türkiye'nin çok yönlü açmazlarını, siyah-beyaz olmayan pozisyonuna işaret eder. Bir tür İsrail-ABD çelişkisidir. Daha dramatik durum ise; işgale destek olmaya karşı çıkanların ikinci tezkereyi desteklemeleridir. Bu bölgenin medeniyet /kültür değerlerine en yakın unsurların iktidara yakın durma adına Amerikan işgaline karşı çıkan direniş karşısında bundan böyle ne söyleyebilirler? Amerikan tankına taş atan çocuklar karşısında siz nerede duracaksınız? İktidar olgusunun dışında durmasını bilmeyen aydınlar, sorumluluk sahibi okumuş –yazmışlar ilkesel düzeyinde miras olarak ne bırakabilirler? Entelektüelin iktidara eklemlenmesinin ne anlama geldiğini anlamak/anlatmak için Edward Said'i yeniden okumak gerekecek. Bölgenin ortak geleceğinin inşası Amerikan desteğinden geçmemektedir. Hükümetin "milli çıkar" gibi gerekçelerle asker göndermesini savunmak adına ortak medeniyet bilincimizin tahribi göze alınamaz. Bırakın iktidar kendi savunmasını yapsın. Ya siz; tarihin tanıklığını yapacak, çağın vicdanı olacak okumuş-yazmışlar size düşen bu olmamalı.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |