|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Türkiye birinci tezkere sırasında badireyi iç dinamiklerin yarattığı tarihi bir tesadüf sayesinde atlatmıştı. Bu kez dış dinamiklerin üretmekte olduğu bir tesadüf devreye girecek görünüyor. Son iki günde üç önemli gelişme oldu: Önce, KDP lideri Mesut Barzani, Irak Geçici Hükümet Konseyi'nin Türk askerine izin vermesi halinde konsey üyeliğinden istifa edeceğini açıkladı. Bu açıklamanın akabinde Rumsfeld, "Irak'a Türk askeri gönderilmesi için Irak Geçici Hükümet Konseyi'yle anlaşmaya varılması gerekiyor" diyerek ABD'nin bu işten vazgeçebileceğini, vazgeçmek üzere olduğu ima etti. En nihayet BM, Fransa, Almanya ve Rusya'nın da olumlu oylarıyla, ABD komutasında Irak'ta uluslararası güç konuşlanmasını kararlaştırdı. İlk iki gelişme Türkiye'nin Irak'a asker göndermesinin önünde ciddi bir engelin oluştuğunu, ABD'nin Kürt kartından vazgeçemeyeceğini ve yeni sıcak çatışmaları göze alamayacağını göstermektedir. Bu gelişmeler Türk askerinin Irak'a gönderilmesinin önüne bir set çekmiştir. Bağdat saldırısından sonra kendi aldığı karardan ürker hale gelen AKP hükümetini de bir ölçüde rahatlatan bu durum şu iki hususa açık vurgu yapmaktadır: 1. Bölge dengeleri değişmiş, Irak politikasının yeni iç aktörlerinin meşruiyetleri iyice meydana çıkmış ve Türkiye'nin yüksek bir bedel pahasına bile olsa bu dengelerin içine dalması çok zor hale gelmiştir. 2. Türkiye'nin Kuzey Irak Kürtleri'nin siyasi olarak pasifize edilmesi ve Türkmen kozunun öne çıkarılmasına dayanan resmi politikalarının iflas ettiği bir kez daha ortaya çıkmıştır. Irak'ın Türkiye'yi kendi iç işlerine karıştırmayacak bir noktaya geldiği, ABD'nin Kürtleri şu aşamada vazgeçilmez gördüğü, bu koşullarda Türkiye'nin resmi politikaları çerçevesinde güç kullanma olanağının bile olmadığı artık iyice belirgindir. Bu durum, siyasi iktidarın ulusal çıkar, güvenlik politikaları ve güvenlik stratejisi üzerine günümüzün denge ve değerlerine uygun bir şekilde yeniden kafa yormasının zamanı"nın geldiğini göstermektedir. Üçüncü gelişmeye, BM kabul ettiği metne gelince... "Irak'a BM şemsiyesi altında ve ABD komutasında bir uluslararası gücün gönderilmesini" karara bağlayarak Türkiye'nin içinde yer almayı düşündüğü ABD'nin tek taraflı gönüllü koalisyon modeli görece olarak askıya alınmış, Irak'ın yönetimi ve yeniden yapılanmasına uluslararası meşruiyet kapıları açılmıştır. Bu karar sonrası ABD'nin Türk askerine duyduğu ihtiyaç azaldığı gibi, Türkiye'nin bu şemsiyenin dışında hareket etmesi de siyaseten sorunlu hale gelmiştir. AB'nin lokomotifleri olan Almanya ve Fransa'nın da onayını alan bu karar, ilk kez Irak'taki ABD varlığına yeşil ışık yakmakta, bir an önce normalleşmeyi talep etmekle birlikte şimdilik Geçici Yönetimi tanımakta, işgal ya da yeniden yapılanmayı takvime bağlamamakta ve bu yönleriyle iç ve dış basında ABD'nin başarısı olarak yorumlanmaktadır. Ancak bu başarının arkasındaki ilişki ve dengeleri iyi okumak gerekiyor. AB kanadının, yani Fransa ve Almanya'nın bu kararı onaylaması, buna karşılık Irak'a askeri ve mali destekte bulunmayacağını bildirmesi anlamı kanımızca şudur: Fiilli bir durumun BM'nin de denetimine girmesi, direnmekle kırılmayan ABD hegemonyasının bu kez işbirliğiyle, BM'nin varlığı aracıyla kırılmak istenmesi, BM'nin işlevinin korunmaya çalışılması, en nihayet bu iki ülkenin ABD karşısında daha fazla zemin kaybetmemek istemesi ve denklemin içine girmek çabası... Başka bir deyişle, karar sırası ve sonrası, ABD-AB arasındaki gerginlik ve farklılık ortadan kalkmamış, tersine AB lokomotiflerinin bu çerçevede yeni bir hamlesini ifade etmiştir. Ve Türkiye'nin önüne, bu farklılığı ve gerginliği tekrar okumak ve değerlendirmek, AB ile ilişkilerini bozmamak için yeni bir fırsat çıkmıştır. Umarız tarihin bu yeni tesadüfü sözkonusu fırsatın kullanılmasına ve Kürt politikası başta olmak üzere, güvenlik stratejilerinin gözden geçirilmesine zemin hazırlar...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |