|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
"Kızlar İmam Hatip olamadığı halde İmam Hatiplerde ve İlahiyatlarda ne işleri var?" Bu soru, İmam Hatip olayına negatif bakanların, etkinliğinden emin olarak kullandıkları bir malzemeden yola çıkıyor. Ne var ki gördüğü boyut, at gözlüğü takmış olanlardan daha geniş değil. Bir kere, din hizmeti, sadece imam veya hatiplikten ibaret değil. Belki Türkiye'de pek çok sorun, din alanına sadece imam veya hatiplik penceresinden bakmaktan kaynaklanıyor. İmam Hatiplerin ilk açıldığı zamanlarda Cihad Baban "memlekette ölü yıkayacak din adamı kalmadı" diye bir yazı yazmış ve Ankara, din adamı ihtiyacını o zaman idrak etmiş. Şimdikiler "ölü yıkayıcı din adamı" statüsünden "imam ve hatip" liğe açılım yaparak gene de insaflı sayılırlar! Değil mi ama, ölü yıkamak için bu kadar da kadro ve dolayısıyla kontenjan gerekmiyordu. "Kızlar ne olacak?" a gelelim. Bir kere Türkiye nüfusunun yarıdan fazlası kadın olduğuna göre ve kadınların da din ile irtibatları bulunduğuna göre onlara yönelik bir "din eğiticisi" ihtiyacı neden söz konusu olmasın? Nitekim şu anda müftülükler, değişik camilerde yetişkin bayanlara yönelik Kur'an eğitimi kursları düzenliyor ve bunlar için "İlahiyat mezunu" genç kızları istihdam ediyor. Ama "İmam Hatipli kızlar" konusu da, genel anlamda tıpkı İmam Hatipli erkek çocuklar gibi "din görevlisi" çerçevesinden çok öte bir mahiyet arzediyor. Bunu anlamak, aslında bir bakıma "Türkiye gerçeği"ni anlamak demek. Ya da tersinden bakarsak, "Türkiye gerçeği"ni anlayabilenlerin kolay anlayabileceği bir olay "İmam Hatipli kızlar" olayı... Buna dair bir cümle daha kurulabilir: "Türkiye gerçeği"ni anlamak yerine, kendi gerçekliklerini Türkiye'ye dayatmak isteyenler ne İmam Hatip olgusunu anlayabilir ne de İmam Hatip'te kız öğrenci olgusunu... Ayşe Özgün, halkla yakın temas içinde bir tv programcısı. Aynı zamanda Vatan gazetesinde yazı yazıyor. "Kızlardan imam ve hatip olmadığına göre aileler neden gönderir kızlarını İmam Hatip'lere?" sorusunu, tanınmış bazı kişilere sormuş ve aldığı cevapları sütununda yayınlamış. (15 ekim 2003) Söz konusu kişilerin kızları İHL'de değil. Belki İHL konusuna mesafieli durdukları bile tahmin olunabilir. Ama kullandıkları kelimeler tartışılabilir olsa bile verdikleri cevaplar ilginç. Demet Akbağ'ın yanıtı: 1- "Çocuğum bir an evvel orucunu tutsun, namazını kılsın, başını örtsün" diye emrediyorsa, 2- "Çocuğum kötü yola sapmasın, ailemizin namusunu korusun, dininden uzaklaşmasın" diye düşünüyorsa, 3- Anne ve baba da aynı okuldan mezunlarsa, çocuklarını imam hatiplere göndermekteler. Can Ataklı'nın yanıtı: Belli kesimler, normal okullarda kızlarının rahatsız olacağından ve namuslarına halel geleceğinden endişeleniyorlar. İmam hatip okulları dışındaki okulların pislik olduğuna inanıyorlar. Zil çalıp dar kapıdan tüm çocuklar bir anda geçmeye çalışınca, kızlarının bedenlerinin elleneceğinden korkuyorlar. İmam hatipte böyle durumlar yaşanmaz diye düşünüyorlar. Bu anne babaların sosyal kaygıları var. Ahlâk ve namus anlayışı sonucu kızımı kimse ellemesin, çocuklarımız da televole kültürüne kaymasınlar diye imam hatip okullarına gönderiyorlar. Hakan Aygün'ün yanıtı: Erkeklerden uzak dursunlar, kimse sataşamasın, sağda solda görüp cinselliğini yaşayamasın. Evden uzaklaşsa bile namuslu olsun, aileye güven veren bir okula devam etsin. Oya Başar'ın yanıtı: 1- Aile yapısına ve görüşlerine uygun olarak siyasal amaçlarla gönderiliyorlar, 2- Kız çocuğunun korunması gerektiğine inanıyorlar, 3- Maddi açıdan zorluk yaşayan aileler, çocuklarını bu okullara göndererek parasal destek almış oluyorlar. Çocuklarını okutmak için gerekli maddi yük üzerlerinden kalkıyor ve çocuk da bir lise mezunu olabiliyor. Prof. Dr. Nur Vergin'in yanıtı: Türkiye'de kırsal kesimde birçok aile kızlarının okumasını bile istemiyor. Okumanın kızları bozduğunu düşünüyor. Taassup ön planda. İmam hatipler din yoğunluklu olup namus, örf ve âdetlere halel getirmiyor. Bence bu konu siyasi yönden ziyade bir zihniyet meselesidir. Uzun vadede siyasi sorunlara yol açsa bile genel kitle bundan muaftır. Ülkemizde bu konuda hiçbir kapsamlı araştırma da yapılmadı. Bütün bu insanlar "Aile" diyorlar, "belli kesimler" diyorlar, "kırsal kesim" diyorlar... Yani bir toplumsal gerçekliğin altını çiziyorlar. Tercih şu: Ya bu toplum gerçeğini kabul edip, onların taleplerinin de önemli olduğunu düşüneceksiniz, ki, demokrasi bunu gerektirir, ya da "Her şeyi biz biliriz ve biz yukardan aşağı toplumun dinini, kültürünü, ahlakını, siyasi yargılarını dizayn etme hakkına sahibiz" deyip, dayatmaya yönelirsiniz. Türkiye gerçek demokrasiye geçip geçememe sancısını yaşıyor ve İHL'ler de burada ciddi tercih noktalarından birini oluşturuyor. Türkiye'de birileri, insanların çocuklarına isim koyma hakkının bile yukardan aşağı tanzim edilebileceği zihniyetinden geliyor ve bundan kurtulamadığı için, insanların çocuklarına hangi eğitimi vereceğini "devlet baba"nın re'sen tayin etmesini öngörüyor. Türkiye İHL'lerle birlikte pek çok şeyi tartışacak. Onun için tepeden inmecilerin işi zor.
Şirin Ebadi üzerine...
Bu konuyu yazamadım. Nobel Barış ödülü ülkesinde insan hakları mücadelesi veren bu İran'lı hukukçu hanıma verildi. Bizdeki yansıması "İran'daki molla rejimine dünyanın tepkisi" şeklinde oldu. Eh anlaşılabilir. Ama işin başka boyutu da var. Ben kısaca şu soruyu sordum Şirin Ebadi haberlerini okurken: -Acaba Şirin Ebadi'nin başını açma mücadelesi kadar Türkiye'deki kimi bayanların başlarını örtme mücadelesi arasında insan hakları açısından çok derin bir içiçelik yok mu? Ve bu Nobel, eğer çok kötü bir siyaset ürünü değilse, aynı zamanda Türkiye'de başörtülü eğitim alamadığı için dünyanın değişik ülkelerine savrulan kız çocukları için de verilmiş sayılamaz mı? Ve bir başka olay: -Merve Kavakçı ile Leyla Zana... Milletvekillikleri ellerinden alınan iki sima... Bunlarla Şirin Ebadi arasında hiç mi paralellik yok? İnsan hakları dediğimizde çok mu yüzümüz ak duruyoruz?
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |