|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Çok evlilik meselesiyle ilgili görüşlerimi yeterince sarih olarak ifade etmiş olduğumu sanıyordum. Okurlardan gelen ısrarlı sualler ve bir kısım itirazlar nedeniyle ve elbette bir daha dönmemek umuduyla bazı konulara açıklık getirmek zarureti hasıl oldu. Nasreddin Hoca misali "Anlayanlar anlamayanlara anlatsınlar" demek de şu saatten itibaren insaflı bir çözüm değeri taşımayacağı için, çaresiz, hem birkaç hususun altını vurgulamakta ve hem de meseleyi ciddiye almış görünen kesimlerin bu hususlarda yeniden düşünmelerine âcizâne bazı katkılarda bulunmakta fayda mülahaza ediyorum. Çokevlilik meselesi etrafındaki tartışmaların iki yönü bulunmaktadır: Birincisi, bu meseleyle ilgili ayetleri (metni) doğru anlamak; ikincisi, anladığımız mânâları günümüzle irtibatlandırmak. Nitekim yazdığım ilk iki yazıda, metnin bugünle alâkasını nazar-ı itibara almayıp ayetleri sadece bir "tefsir problemi" çerçevesinde tahlil etmiş ve bu konuda vardığım neticeleri kamuoyuna sunmuştum. Bu konuda ortaya çıkan yeni sualleri dikkate alarak yazdığım son iki yazıda ise, 'çokevlilik' meselesini sosyal ve aktüel değeri itibariyle yorumlamış ve kanaat ve gözlemlerimi de açıkça dile getirmeye çalışmıştım. Bu meselenin köşeyazılarıyla dile getirilmesinin doğuracağı sakıncaları (mesela konunun ciddiyetini takdir edemeyecek durumdaki kimselere de böylelikle davetiye çıkarılmış olacağını) tahmin etmiyor değildim. Lâkin —zaten dileyen dilediği gibi dilediğini yazıp çizdiğinden— bu muhtemel sakıncaları pek önemsediğimi söyleyemem. Yapabileceğim pek birşey yoktu. Bu bakımdan anlama ve yorumlama faaliyetinin, sahiplerinden sadece 'ehliyet' değil, aynı zamanda 'ciddiyet' ve 'mesuliyet' de talep ettiğine işaret etmekle yetinmiş ve böylelikle konunun kapanacağını ümid etmiştim. Ne var ki sonuç umduğum gibi olmadı ve sual seli kesilmeden akmaya devam etti. Ben de tekrara düşmemek için görüşlerimi hüküm cümleleriyle değil, soru cümleleriyle yenilemeye karar verdim. Belki böylelikle sadece cevap vermek için değil, sual sormak için de kişinin dersini çalışması gerektiği anlaşılmış olur. Suallerim kısaca şöyle: 1. "İkişer, üçer, dörder" (Nisa: 3) ifadesinden "dörde kadar" anlamının nasıl çıktığı Arap dilinin kurallarına istinaden şevahidiyle gösterilebilir mi? Bu bir imkân sorusu, yani burada iki ihtimal var: ya gösterilemez, ya gösterilebilir. Gösterilemezse ihtilaf sakıt olmuş olur. Yok eğer gösterilebilirse, bu açıklamaların Fatır: 1 ayetinde geçen ibareye de şamil olması gerekir. Şamilse, nasıl? Şamil değilse, niçin? 2. Bir okurumuz diyor ki: "Nisa 3. ayetinin nüzülünden sonra Resulullah aleyhisselam daha önce dörtten fazla eşi olanlara diğerlerinden ayrılıp ancak dört kadınla evli kalmayı emretmiştir. Konuyla ilgili mevcut hadîsler ve tarihî gerçekler bu hususta tereddüde yer bırakmayacak kadar açıktır." Madem bu tarihî gerçekler (!) insanlara bu denli açık görünüyor, o halde şu muhtemel tereddütlerin de giderilmesi gerekmez mi? a) Nisa: 22 ayetinde müminlerin babalarının nikahı geçmiş olan kadınlarla (üvey anneleriyle) evlenmeleri yasak edilmesine rağmen ve üstelik "Geçen geçti" (illâ mâ kad selefe) buyurulup önceki nikahları feshetmeye ve bu kadınları boşamaya gerek olmadığı bizzat Kur'an tarafından hem de sarahaten beyan edilmiş iken, hangi nassa istinaden daha önce kendileriyle nikah kıyılmış eşlerin dörtten ziyadesi kapı dışarı edilecek?! İddia yerine biraz zahmet edip mezkur ayetle şu herkesin bildiği tarihî gerçeklerin (!) arası bulunmalı değil mi? b) Bu arada mükteseb hakkı ihlalin aklî ve hukukî gerekçeleri nereden ve nasıl bulunacak? Yeni yasa gereği kapı dışarıya bırakılan zavallı kadınlar veya onların masum çocukları açısından meseleye bakmak niçin ve neden düşünülmez? Öyle ya, yeni yasa gereği kimden hangi eşini, hangi ölçüye istinaden boşaması taleb edilebilir? Mesela nikah tarihlerine göre en sondan mı başlanacak, kura mı çekilecek, istihareye mi yatılacak?!? Bir erkek, eşlerinin dörtten ziyadesini, bir manavın tartı sırasında fazla gelen meyveleri dışarıda bırakması gibi dışarıda bırakabilir mi? Kur'an'ın mübelliğ ve tatbikçisi olan Efendimizin (s.a) böyle bir talepte bulunacağı nasıl ve hangi nassa istinaden tasavvur edilebilir? Mesela Mücadele Sûresi ve ahkamından niçin ibret alınmaz! c) "Boşa da gel!" demenin kolay olduğunu sananlar şu tarihî gerçekleri biraz daha aydınlatsalar ya! Mesela hangi sahabenin dörtten ziyade eşi olduğu, hangilerinin bu yeni (!) yasa gereği eşlerini boşamak zorunda kaldığı, boşadıkları eşlerin Efendimize (s.a) şikayette bulunup bulunmadıkları, bulundularsa ne cevap aldıkları vs. siyer ve tabakat kitaplarından biraz araştırılsa ve araştırmalar sırasında Mücadele Suresi yeniden okunup şu "Boşa da gel!" mantığıyla surenin içeriği insafla karşılaştırılsa fena mı olur? 3) Okurdan cevaptan çok, biraz dikkat talep etmekle çok şey mi istemiş oluyorum?! Şimdilik bu kadar sual yeterli sanırım. Yarın da Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır'dan önemli bir pasajı dikkatlerinize sunmaya çalışacağım.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |