AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

D Ü Ş Ü N C E    G Ü N L Ü Ğ Ü
Kollektif paranoya

Dış politikadaki manipülatif dil, özellikle sahip olduğu maddi ve kültürel olanaklarla mevcut dünya sisteminin kendisine biçtiği konum arasında bir dengesizlik olduğuna inanan uluslarda çok önemli bir yere ve etkiye sahiptir.

  • BERCAN TUTAR / GAZETECİ-YAZAR
    Günümüzde, uluslararası politikada, 'yumuşak güç' olarak bilinen ideolojinin de artık en az askeri ve maddi güç kadar hesaba katıldığını görüyoruz. Tıpkı diğer inanç sistemlerinde olduğu gibi bir ideoloji olarak dış politikanın da nihai amacı devlet ve toplumları refah, güven ve mutluluğa ulaştırmaktır. Bu mistifikasyon uluslara dünyayı değiştirme yanında kendi yazgısının dizginlerini ele geçirme umudu da verir. Bu yüzden devletlerin "will to power-tahakküm isteği"ni kamçılayan bir mekanizma şeklinde karşımıza çıkan uluslararası politika ile bu politikanın rotasını belirleyen ideolojik dilin kullanımı arasında büyük bir uyumun göze çarptığını görürüz. Ceteris paribus -sınırlı değişkenler- prensibiyle hareket etmeyen ideolojik dış politikanın retoriği, ampirik ve normatif perspektiften yoksun olduğu için totolojiktir. Dili ve gerçeği bilgiden koparır. Bu yüzden düşünsel değil dilsel dizgelerden oluşur ve anlamsal bir tutarlılıktan ziyade biçimsel bir tutarlılık sergiler. Bunun içindir ki insandan bağımsız bir gerçekliği kabul eden her politika anlam üretme yeteneğini kaybederek kimlik ve aidiyetin çok boyutlu oluştuğunu yadsır. İlşkileri homojen bir usluba indirger. Red ve kabul dayatmasıyla hareket ettiğinden empatik ve dönüştürücü bir yaklaşımdan ve diyalojik iletişimden uzaklaşır. İdeolojik uluslararası politikada dilin sahip olduğu imperium-komuta hakkı onun rekabet gücünü ve karakterini de belirler. İnsanların zihni ve kalbi üzerinde siyasi, düşünsel ve kültürel hegemonya kurmaya çalışan bu tarz bir dış politika, otoritesini dil yoluyla gerçekleştirirken genelde dışlayıcı bir söylem kullanır. Düşünceyi açıklamaktan ve anlatmaktan çok onu yücelterek bir umudun ya da bir korkunun diline dönüşür. Bu söylem insanları aynı zamanda hem teslimiyete hem başkaldırıya, hem itaate hem de inkara davet eder. Kurban olmak ile katlanmak ve değiştirmek arasındaki çizgide yol alan bu politik dil keskin, açık ve hükmedicidir.

    Metalik dilin katılığı

    Althusser'in analojisiyle söyleyecek olursak, dış politik söylem tıpkı ideoloji gibi "özerk ve somut bir pratiktir". Bir toplumun farklı kültürel ve ideolojik yapılara sahip kesimlerini aynı çizgide buluşturan dış politika sınıflar, gruplar ve kurumlar üstü bağımsız bir yapı özelliği gösterir. Kitle psikolojisini iyi bilen manipülatif söylemdeki metalik dilin bu katılığı çoğunlukla "kollektif paranoya"dan beslenir. Rasyonel olduklarını iddia eden toplumların dış politikadaki irrasyonel tutum ve davranışlarının temel nedeni de yine bu kollektif paranoyalardır. Bu yüzden güvenlik endişesi ve yaşama kaygısı gibi kavramları bir paravan olarak kullanan mevcut dış politikaların ulusal çıkar, kamu yararı v.b. gibi soyut kavramların duldasına sığındığını görürüz.

    İdeolojinin yığınları uygulanan politikaların sıkı takipçileri haline getirdiğinin altını çizen Gramsci, ideolojinin, kitlelerin hareket yeteneklerini şekillendirip onları belli bir doğrultuda hizaya soktuğunu belirtir. Bu anlamda, siyasal nevroz halinde nükseden dış politikadaki kimi tercihler ile kitlelerin siyasi libidoları arasındaki geçişi ve bağlantıyı kurmada ideoloji adeta bir katalizör işlevi görür. Dış politika, ideolojik propaganda yoluyla dikkatleri açlık, işsizlik, eğitim, sağlık v.b. somut sosyo-ekonomik sorunlardan soyut alanlara ve hedeflere yöneltir. Propagandanın tedavüle soktuğu çoğu ideolojik öğeler tamamen manipülatiftir ve reklam diliyle seslenir. Bu dil sürekli tekrarlara dayandığından konuşmalar üç beş ifadeyi ve birkaç kelimeyi geçmez. Analitik düşünceye prim tanımaz. Halbuki ideolojik propagandanın can verdiği kitle psikolojisi kelimenin tam anlamıyla bireyin iflasıdır. Dogmatik kavramlar ile sihirli sözlerden oluşan bu 'fikriyyat', aşılama ve telkin yoluyla kitlelere kolayca benimsetilir. Freud kitlelerin neden böyle hareket ettiğini anlamaya çalışırken "sürü psikolojisi" gibi kolaycılıklara sığınmadan olgunun psikolojik etkenleri kadar sosyo-politik taraflarına da eğilmek gerektiğine dikkatlerimizi çeker.

    Kollektif narsizm

    Yıkıcı politikaların kaynağı olarak Freud, "Kültürdeki Huzursuzluğu" gösterir. Devlet, ordu, üniversite, cemaat ve sendikalar gibi örgütlü kurumlarda çeşitli mecazlar, soyut kavram ve ifadeler etrafında kenetlenen bireylerin Adorno'nun deyişiyle söylersek "kollektif narsizm" yoluyla bir aidiyet edindiklerini görürüz. Saldırgan dış politikada sevgi düşmanlık beslemekle eş anlamlıdır. Bilinci teyakkuza geçirip insanları siyasal amaçlar için savaşmaya hazır bir nefer haline getiren ideolojik dış politika bu nedenle bir tahakküm ve itaat mekanizmasına dönüşür er veya geç. "Bireyin iradesini yitirdiği bir kişilk tasarımı" sunmasına rağmen ideolojik dış politikadaki argümanları bu kadar çekici kılan şey, düşüncenin yanında eylemi de belirlemesidir. Bu yüzden demagoglar vicdanlara değil geleneksel, basmakalıp, yüzeysel değerlere hitap ederler. İrrasyonel ve otoriter karakteriyle psikolojik bir olgu olarak karşımıza çıkan saldırgan dış politika, özellikle otoriteye tapınan kitleleri peşinden sürükler. Çünkü bir kavram olarak ideolojik dış politika özünde egemen, narsist, kendinden emin ve bağımsızdır. Bu tür politikalar, tıpkı sevgi gibi insanın narsizme olan ihtiyacından kaynaklanır. Freud, kişinin bireysel kazanımlarının kitle içinde ya da toplumsal hayatta çöküp gitmesi durumunda, kişinin hem otorite olma hem de otoriteye boyun eğme kaypaklığını gösterdiğini ileri sürer. Kendilerini ideolojilerin buyruklarına teslim eden insanlar, toplumsal yaşamlarında nefret ettikleri hiyerarşiyi bir değer ve inanç haline getirip içselleştirirler. Hitlerin ünlü formülündeki gibi:"Aşağıya doğru otorite, yukarıya doğru sorumluluk" Bu aşağıdakini ve öteki olanı basıp ezmek isteği, nefret kadar belirgindir. Ayrımcılığa ışık tutar. Bu düşünme ve eylem biçimi kendini, benzerleri sevme ve farklılardan nefret etme biçiminde ortaya kor. Yabancılara karşı girişilen gaddarlığın uygarlık için en iyi ilerleme fikri olduğu Batılı sosyal Darwinist ve liberal politikanın temel argümanıdır. Her ideoloji içinde kucakladığı insanlar için bir sevgi kucaklamadığı insanlar için ise bir nefret taşır. Simmel, "Olumsuzlama dünyanın en iyi şeyidir. Bu yüzden, kişileri bir hedefte anlaşamayan büyük kitleler burada buluşurlar" der. Bu anlamda ideolojik dış politikayı nötrleştirmek biraz zordur. Bir "saldırı ve aşağılama kardeşliğine" dayalı bu tarz politikalar aslında kilişelerle düşünmenin ürünüdür.

    "Hepimiz Makyavelciyiz galiba" diyen Rorty haklı mı yoksa?


    Tevazu üzerine

  • NACİ GÜMÜŞ / EĞİTİMCİ-YAZAR
    Hayat bizim için en büyük fırsat tecrübesidir. Ömrümüz boyunca elde edebileceğimiz en büyük kazanç 'sevgiyi çoğaltma, iyilikte yarışma, bilgiyi paylaşma' olduğunu anlamak ve anlatabilmektir. Aşk, muhabbet, kalkınma ve hareket buradan doğar. Bunu da doğuran hakiki imândır. Fani dünyaya aldanan, gelip geçici şeylere bel bağlayan ahir ömründe olmasa bile ahrette dönülmez bir yolun, telafisi imkansız bir hatanın acısı içinde bulur kendini.

    Olgun insan olmaya çalışma, gerçek güzelliğin üstün meziyetler olduğunu idrak edebilme 'erdem ve onur' getirir. Büyükler en büyük ilmin, insanın kendisini tanıması olduğunu söylerler. Kendini tanıma; gönlünde Allah'ı bulma, gerekirse 'ölmeden önce ölme' bilincine ulaşmadır. Hakkın ve hakikatın ne olduğunu bilen ârif aşıktır. Bu aşkta acı yok, vecd ve haz vardır. İlâhi aşka intisab etmeyenler kalbin anahtarını ellerine geçiremez, gönül denilen okyanusun derinliğini, özelliğini, güzelliğini bilemezler. Doğal olarak yeryüzünde hiçbir insan yoktur ki bir gamı, bir derdi, bir endişesi olmasın. Bu itibarla hissiz ve vurduymaz olanlara insan demek ne kadar doğru olur? Hayatın sıkıntılarını sevinç kabul edenler mutludurlar. Müslüman kimliği ile öne çıkanların işi daha da zordur. Her hareketini kontrol etmesi, her işinin temiz lekesiz kusursuz olması, bilgili çalışkan ve sabırlı olması gerekir. Yukarıya baktığımızda mevki makam ve servet sahibi olanların göz kamaştırıcı durumuna imrenme, özenme yanlış ve tehlikelidir. Çünkü onlar o mevki ve servetlerini fakir insanların, masumların gözyaşları pahasına elde etmiş olabilirler. İkincisi varlık ta, yokluk ta, mevki ve makamda birer sınavdır. Kimisi sabırla, kimisi varlıkla, kimisi yoklukla imtihan edilir. 'Ben de böyle olayım' duygusu huzursuzluktan başka bir şey veremez. Kendi suyumuza, kendi azığımıza bakalım. Sahip olduğumuz nimetlerin, değerlerin farkına varalım. Doğru olan budur. Çünkü arzuların sonsuzluğu yanında hayat pek kısadır. Ölüm yakındır. Bizim bütün itimad ve tevekkülümüz cümle mevcudatın yaratıcısı Allah'adır. Her şeyi ancak Ondan bekleriz. Bir işin meydana gelmesi veya gelmemesi Allahíın ilâhi taktir ve iradesine bağlıdır. İçinde bulunduğumuz mevkii bahşedilmiş bir şeref olarak telakki etmesini bilme olgunluğuna erişebilmek ìkendini bilmeî dir. Öğretilerin doruk noktası budur.

    Bilinen sözdür: 'Dünya malı, dünyada kalır' Çelikten, altından da bir zırh giyilse, ölüm oku onu delecektir. Sağlık hastalık, varlık yokluk, kavuşma ayrılık sahnelerinin hem aktörü, hem seyircisi değil miyiz? İyi de olsa, kötü de olsa, güzel de olsa çirkin de olsa gözle görünen her varlığın yaradılışında hikmetler vardır. Edebi belki de edepsizden öğreniyoruz. Karanlık olmasaydı aydınlığın ne büyük lütuf olduğunu nasıl anlayacaktık ki? Eşya ve hadiselere ibretle bakmak lâzım. İbretle bakmasını bilmeyen göz, sahibinin düşmanı olur. Gerçeği iyi görebilmek kabiliyetinde olan insan, kamil insandır. Onların bu olgunluğunu bu hengamede dışarıdan gözlemlemek biraz zordur. Bunu yine ancak olgun insanlar anlayabilir. Işık etrafında toplananlar onun sadece aydınlığından istifade ederek işlerini yaparlar. Sohbet eder veya eğlenirler. Ama o ışığa gönülden aşık olan pervane ise cevr û cefa çeker ve kendini yakar. Temiz yaradılışlı insanlar asildir. Allahía dua etmesini, O'na yaklaşmasını bilen için her yer 'Tûr-i Sinâ' olabilir. Allah'ın adaleti önünde Hz. Süleyman ile Karınca, Devlet Başkanı ile Çoban birdir. Zengin ve fakir aynıdır. Kerem ve ihsanı iyilere de kötülere de nasip olabilir. Sirkecinin karşısında tatlıcı dükkanı olması ihtiyacımızı kolaylaştırır. Dikkat etmek lâzım. Dünya işleri Kader Programı dışında işlemiyor. Kader ve Kaza Programı içerisinde Küllî irade ve cüzíi irade olgusunu iyi kavramak lâzım. Hayat bir nefes alma vermeden ibarettir. Uyanık insan, gerçeği iyi görebilen, yani kendini bilen insan sahip olduğu değerlerin farkındadır. Nefisten daha kötü bir arkadaşın olmadığını bilir o. Arzu ve hevesler değil midir ki kulu perişan eden. 'Nefis bela, şöhret afettir' mütevazı insanlar bunu çok iyi bilmektedir. Sırrın sırrı da burda galiba.




  • 18 Ekim 2003
    Cumartesi
     


    Künye
    Temsilcilikler
    Abone Formu
    Mesaj Formu

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
    Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
    Bilişim
    | Dizi | Karikatür | Çocuk
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
    © ALL RIGHTS RESERVED