AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

Y A Z A R L A R
İç gerilimin kökü dışarıda

Ne zaman ekonomi biraz düzelse 'medenî' görünümlü şer güçleri harekete geçer. Kamuoyu günlerce meşgul edilir. Sonuçta zinde kuvvetler harekete geçer ve Cumhuriyet cumhurdan bilmem kaçıncı kez kurtarılır.

Yine tam tamlar çalmaya başladı. Ne zaman ekonomi biraz düzelse, işler ülkede biraz olsun rayına otursa, 'medenî' görünümlü şer güçleri harekete geçer. Televizyonlar hemen marjinal dinî (?) grupların bir takım 'eylem'lerini sergilemeye başlar. En fazla yüz kişiye söz geçirebilecek sözümona cemaat liderlerinin ya vaazları, yahut varsa kırdıkları fındıklar haber programlarına taşınır. Gerekirse konu mankenleri de tedarik edilerek kamuoyu günlerce meşgul edilir. Sonuçta zinde kuvvetler harekete geçer ve Cumhuriyet bilmem kaçıncı kez cumhurdan kurtarılır. Ne pahasına? Cumhuru yok sayma, cumhurun (ve zinde kuvvetlerin) dış düşmanlarını sevindirme, siyaseti gayrımeşrulaştırma ve ekonomiyi berbat etme pahasına. 28 Şubatı hatırlayın: Beş yılda iç borçlar beşe katlandı, ülkeyi yolda yürümekten aciz, söylediklerinin farkında olmayan başbakanlar yönetti. AKP'nin seçim zaferi, karizmatik bir liderin marifetinden çok, cumhurun zoraki Cumhuriyet bekçilerine isyanıdır.

Bu sefer bahane, İmam Hatiplililer. Üniversiteye giriş sisteminin dünya tarihinde eşine rastlanamayacak derecede adaletsiz olduğunu herkes kabul ediyor. Buna rağmen, adlarının önünde şaşaalı ünvanlar bulunan birçok 'bilimadamı', en küçük bir utanç hissine kapılmadan bu adaletsizliğin sürmesini talep ediyor. Talep etmekle kalmıyor, adaletsizliği kaldırmaya kalkan (bunun için halktan onay almış) yöneticileri tehdit etmeye cüret ediyor.

Bu kargaşanın tam da Türk askerinin Irak'a gönderilmesi tartışmalarının ortasında çıkıvermesi sebepsiz değil. Öyle anlaşılıyor ki, artık millî devletler ve onların millî rakipleri yok; küresel yağmacılar ve onların yerli işbirlikçileri var. Bunlara karşı koyacak her hareket ateş menziline giriyor.

Askerimiz Irak'a gitmemelidir!

Türkiye Büyük Millet Meclisi birinci tezkerede gerçekten 'büyük' bir meclis olduğunu gösterdi ve ince bir siyasetle emperyal güçleri geri püskürttü. Aksi halde, yirmibirinci yüzyılın ilk adaletsiz savaşında, ondokuz ve yirminci yüzyılın iki emperyalist gücünün yedeğinde, Müslüman Irak halkına karşı savaşa girmiş olacaktık. İleride daha açık seçik görülecektir ki, TBMM'nin tezkereyi red kararı 80 yıl kadar önceki Misak-ı Millî beyannamesine denktir. Nasıl o zaman düvel-i muazzamaya hangi noktalardan geri çekilmeyeceğimizi kararlı bir dille söylemişsek, bugün de aynı şeyi söylüyorduk: Amerikan askerini Türkiye sınırları içine almayacağız ve Irak'ta ülkemizi karıştıracak gelişmelere izin vermeyeceğiz.

İkinci tezkerenin TBMM'den geçmiş olması durumu geriye götürmez. Çünkü şartlar farklıdır ve Türk askerinin gereğinde Irak topraklarına girmesi gerekebilir. Temennimiz bu değil, fakat akacak kan damarda durmaz. Ancak, Türk askeri Irak'a Amerikan taşeronu sıfatıyla girmemelidir. Sanki ABD Irak'ta büyük bir fabrika ihalesi almıştır da, atık su ve kanalizasyon kısmını Türkiye'ye havale etmiş gibi olmamalıdır. Onun için, TBMM izin vermiş olsa bile, hükümet bu izni son kertede kullanılabilecek bir imkân olarak algılamalıdır. Yoksa, mevcut haliyle Irak'a gitmek, alevler içindeki bir eve dalmaktan farksızdır. Teenni, tedbirin birinci şartıdır.

Beni asıl düşündüren ve açıkçası korkutan, birinci tezkerede red çıktı diye yeri göğü inleten, bari ikinci tezkerede aynı hata(!) yapılmasın diye günlerce ahkâm kesen malûm medya kâhyalarının birden bire fikir değiştirip, önce "asker gitmesin!", tezkere geçtikten sonra ise, "on bin yetmez, en az kırkı bin asker gitmeli!" tarzında konuşuyor olmalarıdır. TÜSİAD bile bu kervana katılmış, dışişleri bakanının "Bu işin içinde yabancı parmağı var," tarzındaki uyarısından sonra geri adım atmış ve tezkereye karşı çıkma tavrını değiştirmişti. (Zaman gazetesinin manşetten verdiği haberlere bakılırsa, bu yabancı parmak, Kuzey Irak'ta etkinliğini günden güne arttıran İsrail'den başkası değildir!)

Evet, ne olmuştu da, medyamızın öncü köşe yazarları önce tezkere karşıtı, sonra da kırkbin askerci oluvermiştiler? Tezkere reddedilmiş olsaydı memnun olacaklardı; zira ABD Irak'ta düzenin artık sağlanması gerektiğini arzu etse bile, kargaşanın sürüp gitmesinden yana olanlar Türk askerinin (taşeron kabilinden bile olsa) gitmesini istemezlerdi. Tezkere geçtikten sonra, taktik değiştirip, "Türkler madem geliyor, o halde düzenin değil, kargaşanın bir parçası haline gelsinler" diye düşünülmüş olmalıdır.

Türkiye kırkbin askerle Irak batağında ne yapacaktır? Esas mesele, bağımsız bir Kürt devletinin kurulmasını önlemek veya PKK eylemlerini bastırmak ise, bunun için büyük bir maliyetle Irak içlerinde asker barındırmanın gereği var mı? Her iki gücü de Amerikalıların bize karşı bir koz olarak kullandıkları ortada olduğuna göre, Amerikalıların "stratejik partneri" sıfatıyla nasıl hareket edebiliriz? On bin askerin aylık masrafı için bile 500 milyon doların üzerinde bir rakam telafuz ediliyor; 40 bin asker için ayda 2, yılda 24 milyar dolar ödeme yapılacak demektir. Ekonomi tam düzelir gibi olmuşken yeni bir batağın içine çekilmek değil midir bu?

İçeride kargaşa çıkaranlar, Meslek Liseli ve İmam Hatiplilere yönelik açık adaletsizliğe son vremek isteyen hükümeti kaba söz ve tehditle caydırmaya çalışanlar, artık adresi iyi bilinen bir dış gücün taşeronlarıdır. İçeride zayıf bir hükümet olmalı ki, dışarıda doğru adımlar atılmasın. Bilek zindeliğinden çok, akıl zindeliğine muhtaç olduğumuz bir dönemden geçiyoruz. Hükümet içeride taşeronların değil, milletin sesine kulak vermeli; dışarıda ise küresel yağmacıların taşeronu gibi hareket etmemelidir. Sekizbuçuk milyarlık krediye değil, akıl zindeliğine muhtacız.


19 Ekim 2003
Pazar
 
MUSTAFA ÖZEL


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED