|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Cumhuriyet gazetesi yazarı Mustafa Balbay'ın, bir süreliğine ortalığı biribirine katan "Genç subaylar rahatsız" manşeti kuşku yok ki bir gazetecilik felaketiydi. Balbay'ın, Cumhuriyet'in (22 Ekim) manşetine yerleşen; mealen "Psikolojik harekât yetkisi askerden alındı ama kaldırılmadı, valilere verildi" diye özetleyebileceğimiz önemli haberine hiç lafımız yok. Haber belgeli, her şeyi yerli yerinde ve en önemlisi dili de "sivil..." Daha ne?
Cumhuriyet gazetesi yazarı Mustafa Balbay'ın "Genç subaylar rahatsız" manşetiyle ne kadar uğraştığımızı hatırlayacaksınız... "Demokrasi"yi savunduğunu söyleyen bir gazeteci için siyaseten talihsiz olduğu gibi gazetecilik açısından da çok ciddi problemleri olan bir haberdi o... Balbay'ın, "İçişleri Bakanlığı Toplumla İlişkiler Daire Başkanlığı"nın "gizli" damgalı genelgesine dayandırdığı manşet haberi için tam tersi şeyler söyleyeceğiz... İsterseniz önce manşet haberin üst başlık, başlık ve spotlarını okuyalım: "MGK'nin eleştirilmesine yol açan psikolojik harekâttan AKP hükümeti de vazgeçemedi... ASKER YERİNE VALİ... Avrupa Birliği'ne uyum yasaları çerçevesinde Milli Güvenlik Kurulu'nun yetkilerini daraltırken 'Devlet kendi halkına karşı psikolojik harekât mı yürütür?' yolundaki eleştirileri de dikkate alan hükümetin, halkın devlet çezgisinde tutulmasını amaçlayan bu yöntemi terk etmediği ortaya çıktı. İçişleri Bakanlığı'nın, 81 ilin valisine gönderdiği genelgeyle hükümet bu görevi ortadan kaldırmadı, yalnızca siyasi iradenin atadığı valilere verdi... "İçişleri Bakanı Aksu'nun imzasıyla mayıs ayında gönderilen genelge uyarınca, psikolojik harekât biriminin sorumluluğunu üstlenen vali yardımcısı, başka bir ile atandığında da aynı görevi yürütecek. Genelgede 'Ülkemiz menfaatlarının gerektirdiği konularda milli siyaset ilkelerinin psikolojik harekât ile desteklenmesi gerektiği malumdur. Günümüzde bu konunun önemi daha da artmıştır' denildi."
AYNI JARGON
Fazla söze gerek yok, haber her şeyi söylüyor ama biz gene de birkaç noktayı vurgulayalım... Öncelikle genelgede kullanılan dilin "eski dil"den hiçbir farkı yok. Takdir edersiniz ki burada genelgenin tümünü aktarmanın imkânı yok, ama spota yansıyan tek cümleye bakarak bile anlayabiliriz bunu: Gene tartışılamaz "milli siyaset ilkeleri" var ve gene bu doğrultuda yürütülecek "psikolojik harekât..." gerekli görülüyor... Bu işleri yürütecek ilgili dairenin adının değiştirilmesi bile gösteriyor bunu. Kararnameden okuyalım: "(...) Bu sebeple; Bakanlığımızda Psikolojik Harekât icra ünitesi olarak görev yapmakta olan Halkla İlişkiler Daire Başkanlığı'nın faaliyetlerini, 'Toplumla İlişkiler Daire Başkanlığı' adı altında yürütmesi Bakanlık makamınca uygun görülmüş ve..." "Toplumla İilişkiler Daire Başkanlığı" adının "Halkla İlişkiler Daire Başkanlığı" adından daha "psikolojik" bir ad olduğunu biliyorsunuz; hatırlayın, MGK'daki "daire" de "halk"la değil, "toplum"la ilişki kuruyordu... SEVİNDİREN YANILGI
Haberin diliyle ilgili olarak da şöyle diyeceğiz: Doğrusu, biri bize Balbay'ın böyle bir genelgeyi ele geçirip haber yapacağını söyleseydi, onun bilinen performansına bakarak, haberine, "Psikolojik harekât kaçınılmazdır, işte görüyorsunuz... O dönemde askerler haksızca eleştirildi" gibi bir yorum yedireceğini düşünürdük... Yanıldığımızı memnuniyetle not ediyoruz... Siz de okudunuz, Balbay, "Halkın devlet çizgisinde tutulmasını amaçlayan bu yöntem" diyerek, kim yürütürse yürütsün "psikolojik harekât" denen şeye karşı olduğunu açıkça belirtmiş oluyor... Haberin dilinin "sivil" olduğunu söylerken, dikkatinizi özellikle bu tanımlamaya çekmek istiyoruz... Laf aramızda, "Halkın devlet çizgisinde tutulması"nın Cumhuriyet'in manşetinde eleştirildiğini görmek de az bahtiyarlık sayılmamalı... NOT. Genelgenin nispeten eski bir tarihte (15 Mayıs) ve malûm tartışmalardan önce yayımlanmış olmasının haberin önemini hiçbir şekilde azaltmadığı kanısındayız. Muhabir, haberini, "Hükümet, psikolojik harekât yetkisini askerlerden kendi üzerine alabilmek için bu tartışmaları kışkırttı" gibi bir eksene oturtmuş olsaydı, o zaman haber sırf "hükümete vurmak" için, üstelik de bir gazetecilik ihlali pahasına yapılmış olurdu (böyle bir durumda da 15 Mayıs tarihi es geçilirdi zaten). Ama böyle bir şey yok. Haber, sadece aynı "toplumu yoğurma" arzusunun bakanlıkta da olduğunu yansıtıyor ve bu zihniyetin bir uzantısı olan psikolojik harekâta -uygulayıcısı kim olursa olsun- karşı çıkıyor. (A.G.)
Sen asıl 'haberde bize yakın bir unsur var mı?' onu söyle... Hasan Aksay'ı tanıyorsunuzdur mutlaka; Akşam'ın "Dış haberler" sayfasında köşesi olan bir gazeteci. Aksay, "Türkiye dünyanın merkezi midir?" başlıklı güzel yazısında kendisinin de belirttiği gibi, yurdışında geçirdiği uzun yılların önemli bir bölümünde gazetecilik yapmış birisi: "Yurtdışında geçirdiğim 22 yılın 12'sinde çeşitli Türk gazete ve televizyon kanalları için muhabirlik yaptım, yazılar yazdım, bazı TV programlarında görev aldım." Aksay uzun süredir Moskova'dan haber yapıyor. Bu göreviyle ilgili olarak da bakın ne diyor: "Türkiye'deki gündemi olabildiğince izlemeye çalışmalı, Rusya'da olup bitenlerin hangisinin bizim vatandaşları ilgilendirebileceğini doğru değerlendirmeliydim. Örneğin, 'Nataşa' haberi Rusya'nın petrol rezervlerinden çok daha çekiciydi. Yaptığım haber ve yorum her ne kadar 'dış haber' ve 'dış yorum' olsa da 'mümkün olduğunca içeriye dönük' olmalıydı. Yoksa okur ve izleyici ilgi göstermezdi. Haber iyi de olsa 'cilalamasını', 'malı satmasını' bilmeliydim." Hasan Aksay, bir "dış haber" muhabiri ve yorumcusu olarak kendisinden istenen habercilik tarzını örneklerle de anlatmış: "Çalıştığım ona yakın medya kuruluşunun dış haberler şefleri bana sık sık şu soruyu yönelttiler: -Olayda Türk, ya da Türki, hiç olmazsa Müslüman var mı? Bir keresinde Moskova'da 1 Mayıs gösterilerinde olay çıkmıştı. Ben gazetecilik heyecanıyla harıl harıl haberimi hazırlarken telefon çaldı. O zamanki dış haberler şefim içerde gündemin yoğun olduğunu, ama haberimi sokmak için elinden geleni yapacağını söyledikten sonra (sanki bana torpil yapıyor), haberde mutlaka 'bize yakın bir unsur bulmamı' istedi. Gösterilerde bir tek Türk, Azeri, Tatar, Kürt falan yok muydu? Eğer yok idiyse de ben 'iki satır döktüremez miydim?'" Görüyorsunuz, Aksay, medyamızın "Dış Haberler"inin dikkatini neye verdiğini, neyi merak ettiğini ne güzel anlatıyor.... Aksay, bu güzel yazısına pek çok "dış muhabir" arkadaşının nasıl çalıştırıldıkları hakkında verdiği şu bilgiyle devam etmiş: "Ama pek çok zavallı dış muhabir arkadaşımın 'zorunlu abartma veya yalan haberler' yazarak ekmeğini kazandığını çok iyi bilirim. Çünkü onlara hep Türkiye'nin dünyanın merkezinde olduğu hatırlatılır." İşte nihayet bu "çarpık" işleyişin çok yerinde bir açıklaması: "Çünkü onlara hep Türkiye'nin dünyanın merkezinde olduğu hatırlatılır." Yani, eğer "dış muhabir"sen, merkeze geçtiğin haberlerde bu "ilkeyi" hiçbir zaman unutmayacaksın ve her zaman dünyanın Türkiye'nin etrafında döndüğünü haberlerinle kanıtlayacaksın! Gerçekten de ne acı bir tablo.... Dünyanın dört tarafından akan haberler, Türkiye'nin "dünyanın merkezinde" olduğunun kanıtı olacak.... Geçtiğin her haberde mutlaka "bizden bir unsur" bulunacak... "Gerçek" olan buna izin vermiyorsa ne keder; sen kendine yeni bir "gerçeklik" yaratırsın olur biter.... Tesadüf bu ya, Aksay'ın yazısını okuduğumuz gün masanın bir köşesinde yorumlanmayı bekleyen ve buraya kadar çizilen tabloya çok uyan iki de haberimiz duruyordu. Bu haberlerden birisi Irak çıkışlıydı. Vatan gazetesi, "ABD'lilere Türk suyu" başlığı altında şöyle diyordu: "Bağdat'taki ABD askerleri, litrelik pet şişelerdeki Hayat sularıyla serinliyor. Sabancı'ya ait DanonoSA, Irak'a her ay binlerce şişe su yolluyor." Ve tabii haberin yanında da bir amerikan askeri, doya doya Hayat içiyor... İkinci haber ise, Londra çıkışlıydı. Sihirbaz Blaine, cam kafeste 44 gün sadece su ile beslenerek bir rekora imza atmış ve karşılığında 1,7 milyon doları kapmıştı. (Bu konuya başka bir yazıda döneceğiz.) Önümüzdeki gazete bu olayı şu haberle süslemişti: "Battaniyesini Türk kaptı"(!) Yani: "Sihirbaz Blaine, cam bölmeden çıkarken üzerindeki battaniyesini kalabalığa fırlattı. Aylin Orman adlı Türk hayranı battaniyeyi kaptı." Ne diyordu Hasan Aksay? Hatırlıyorsunuzdur muhakkak. Şunu: "Çalıştığım ona yakın medya kuruluşunun dış haberler şefleri bana sık sık şu soruyu yönelttiler: -Olayda Türk, ya da Türki, hiç olmazsa Müslüman var mı?" Var işte, olmaz olur mu? Bir "Türk suyu" olan "Hayat" ve "Battaniyeyi kapan Türk kızı" var, yetmez mi?! (K.B.)
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |