|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
-Çağdaş İslâm Düşüncesi 'metafizik/nazarî' temelleri olmayan bir düşünme biçiminin ürünüdür! Bu yargımı abartılı bir genelleme şeklinde algılayacak olanları dikkate alarak yukarıdaki müddeamı kısaca temellendirmeye çalışacak, bu sonuç yargısını doğrulayan öncüllerimi ise sırasıyla ve açıklıkla serdetmeye gayret edeceğim: 1) "İslâm Düşüncesi" tabiriyle İslâm düşünce mirasını meydana getiren birbiriyle irtibatlı üç nazarî düşünme tarzını: Kelâm, Felsefe ve Tasavvuf mekteplerini kastediyorum; zira Kelâm, Felsefe ve Tasavvuf'u esasları itibariyle 'İslâm'dan hareketle ve fakat farklı açılardan küllî bir tasavvur sunan ve İslâm dünyasının dil, düşünce ve varlık tasavvuruna "nazarî bir bütünlük" kazandıran üç farklı yorum tarzının temsilcisi olarak değerlendiriyorum. 2) "Çağdaş İslâm Düşüncesi" tabirini, bilhassa XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren filizlenen, 1924 sonrasında kesin olarak istikametini tayin eden ve en nihayet bu istikamet doğrultusunda genel karakteristiklerine kavuşmuş bulunan yaklaşık birbuçuk asırlık düşünme faaliyetinin mahsulâtına atfen kullanıyorum; zira bu ortak düşünce tarzının 'ıslah', 'tecdid' ve 'ihya' gibi kavramları öne çıkarmak suretiyle ve haksız yere "İslâm düşünce mirası"nı mevcut askerî ve siyasî çöküşün sorumlusu ilan edip bu mirası düzeltilmesi, yenilenmesi ve diriltilmesi gereken bir enkaz olarak algıladığını, bu hatalı algı neticesinde de "Kaynaklara Dönüş" sloganıyla yola çıktığı —hatta iyimser bir yorumla bu kaynaklara vardığı— halde oradan günümüze dönmeyi bir türlü beceremediğini, hâsılı başlangıçta çağın sorunlarıyla başa çıkmak adına kaynaklardan güç almaya niyetlenmişken sonunda çağın tasavvurâtına yenik düşüp bu tasavvurâtı içselleştirmekte karar kıldığını düşünüyorum. Nitekim son çeyrek yüzyılı da bu karar kılışın kat'î ve sarih tanıklığı olarak telakki ediyorum. 3) Çağdaş İslâm Düşüncesi, İslâm Düşüncesi'nin tabii bir devamı değildir, bilakis köklü bir kopuştur. Ne yazık ki maksad hâsıl olmuş ve bu düşünme tarzı bu sefer hakikaten köklerinden olmuştur. Dolayısıyla başındaki 'çağdaş' sıfatı, bir zaman diliminden ziyade asıllarına irca edilemeyecek bir muhtevanın göstergesidir; yani bu yeni düşünme ve düşünce tarzı sadece zaman itibariyle değil, içerik itibariyle de gayet çağdaştır. Bu çerçevenin ne anlama geldiğini kavrayabilmek için İslâm Düşüncesi'nin üç ana damarınının, yani Kelâm, Felsefe ve Tasavvuf'un sözümona bir asırlık takipçilerinin elinde ne hale getirildiğine bakmak gerekiyor. Önce sonuçları görelim, sonra sebeplerini ayrıntılarıyla tartışalım: 1) Bütün İslâmî ilimlere meşrûiyetini sağlayan Kelâm İlmi, son yarım asır içinde nazarî meselelerle yakından uzaktan ilgisi olmayan kötü bir "Kelâm Tarihi" halini almış, muhtevası ise selefî eğilimlerin zarar verici etkisiyle Sem'iyât bahisleriyle sınırlanıp nazariyâtıyla alâkasız 'Akaid' tedkikâtına dönüşmüştür. Oysa İlm-i Kelam başka, İlm-i Akaid daha başkadır. Çağdaş kelâm araştırmacıları kendilerini 'akaid' adına, o akaide meşrûiyetini kazandıran Kelâm nazariyâtını anlayamayacak hâle getirmişlerdir. Bu nedenle bugün İlahiyât Fakültelerimizde bir tek Kelâmcı yoktur, 'felsefiyâttır' deyû İlm-i Kelâm'dan yüzçeviren Kelâm tarihçileri veya Akaidçiler vardır. 2) Kelâm araştırmacıları 'akaid' adına ve 'felsefiyât' ithamıyla kendilerini nasıl İlm-i Kelâm'ın nazariyâtından mahrum etmişlerse, çağdaş mutasavvıflarımız da 'aşk' edebiyatı adına nazarî Tasavvuf'la alâkalarını kesmişlerdir. Bu hesabı verilmemiş romantik 'aşk' söylemi yüzünden —bugün açısından bakıldıkda— artık yığınla tasavvuf tarihçimiz, tasavvuf araştırmacımız var ve fakat geleneksel irfanımızı nazariyâtıyla temsil edecek bir tek mutasavvıfımız, evet bir tek bilgemiz yok! Mesela İbn Sina bilinmeden Şeyh-i Ekber, Nasruddin Tusî bilinmeden Sadreddin Konevî, İcî veya Taftazanî bilinmeden Ahmed Avni Konuk hazretleri anlaşılabilir mi? Soralım bakalım, Kelâm ve Hikmet nazariyâtının hakkını verecek kaç tasavvuf araştırmacısı (!) tanıyorsunuz? Öyle ya, Kelâm ve Hikmet'in altında ezilenler, onların üstünde yer alan bir yorum tarzını temsil salahiyetini nereden alacaklar? Mahza aşk'tan mı? 3) İslâm Felsefesi'nin hâli ise daha da içler acısı! İslâm Felsefesi'nin o zengin mirası ise hesabı verilmemiş bir 'akide' veya 'aşk' adına değil, 'bilim' adına, gözükara bir 'bilimcilik' adına heba edilmiş, o koca İslâm Felsefesi, "İktisad Felsefesi", "Hat ve Ebru Felsefesi" kabilinden içiboş kelimeler yığını haline getirilmiştir. Aristo'nun Metafizik'ini kırk kez okuduğunu söyleyen İbn Sina'nın 'Şifa'sını bir kez bile baştan sona okumadan yazılan tezler mi ararsınız, tedbir'ul-menzil'i 'dekorasyon', min haysu hüve hüve'yi "min hisi hu hu" diye anlayan çanta taşımaya yatkın acemilerin tezlerine 'geçer' notu veren, ilme vakit bulduklarında da hüviyet'i 'kimlik' diye çeviren kurumlu kürsü başkanları mı?! İngilizler 1860'larda Tahanevî'nin Keşşaf'ını neşrettiklerinde 'Şemsiye' düzeyinde İlm-i Mantık bilmeden bu eserin anlaşılamayacağını idrak edip başına çevirisini koymak lüzumunu hissetmişlerdi. Şimdi ise bu Hikmet geleneğinin kendi evlatları İsagoci'yi sözlük yardımıyla hem de İngilizcesinden dahî sökemezlerken Molla Sadra üzerine birşeyler karalamayı felsefeyle ilgilenmek sanıyorlar. Hâsılı, bugün aramızda İslâm Felsefesi'nin mümessilleri (feylesoflarımız) yok, sadece kendi sahalarının nazariyâtından bî-haber tarihçiler (mütefelsiflerimiz) var! XX. yüzyılın bilhassa ikinci yarısı İslâm dünyasında hesabı verilmemiş bir şekilde ve güya akide, aşk, bilim edebiyatı adına Kelâm, Hikmet ve Tasavvuf nazariyâtının terkedildiği bir yüzyıl olmakla kalmadı, Çağdaş İslâm Düşüncesi de işbu yüzyılda ister istemez metafizik'ten yoksun bir düşünmenin ellerinde yoğruldu.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |