AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

Y A Z A R L A R
Hormonlu edebiyat

55. sanat yılını kutlayan Adalet Ağaoğlu, "yeni edebiyatın hormonlu çıktığını" söylemiş. Günümüz edebiyatını hormonlu meyvelere benzeten Ağaoğlu bakın neler demiş: "Her mevsim her şey var. İnsanı almaya heveslendiriyor. Domatesi alıyorum, bir kesiyorum tadı tuzu yok. Biberi yiyorum, bibere benzemiyor". Eski edebiyatçıların 'fikir üretme ölçüsünde var olma' çabasındayken günümüzde ünlü ve paralı olmanın öne çıktığını da söyleyen "Fikrimin İnce Gülü", kapitalistleştikçe her şey gibi kitabın da mal olduğu tespitini yapmış.

Yılların edebiyatçısı bu sözleriyle, endüstrileşme aşamasına geçmesiyle birlikte tartışmanın, polemiğin, sansasyonun eksik olmadığı günümüz edebiyat dünyasının yumuşak karnına sert bir darbe indiriyor. Zira, cazibesiyle özendiren, okuru satış noktasına getirmeyi başaran, çok satılan ve hızla okunup tüketilmesine rağmen, dimağlarda hatırı sayılır bir lezzet bırakan, kişide bir daha, bir daha okuma isteği uyandıran kitapların sayısı giderek azalıyor. Kötü paranın iyi parayı kovması gibi, kötü kitap da iyi kitabı yavaş yavaş çıkarıyor hayatımızdan. Ve okur yavaş yavaş yapay tatlara alışmaya, damak tadını kaybetmeye başlıyor.

Okur sayısı artmasa da, edebiyat dünyamız aslında nicelik ve çeşitlilik bakımından son derece zengin bir dönemini yaşıyor. Birbiri ardına yayınevleri kuruluyor, çevirilerin yanısıra telif eserler basılıyor, kitap fuarlarının biri bitmeden öteki açılıyor, yazarlar okurlarıyla eskiye oranla çok daha sık buluşuyor. Bunların hepsi son derece sevindirici. Kimsenin bundan bir şikayeti olamaz. Tartışmalar da zaten niceliğin artışından değil, niteliğin kaybolmasından çıkıyor.

Edebiyat dünyasıyla sınırlı tutmanın mümkün olmadığı değişim, bir yılanın kuyruğunu ısırması gibi bütün bir hayatımızı kapsıyor ve bizi çıkışsız bir çemberin içine hapsediyor. Malum, günümüzün hakim kültürü olan popüler kültür, kültürün her çağda ve her toplumda çok katmanlı olan yapısını giderek artan bir hızla tek potada eritiyor. Popüler kültürün piyasayla olan göbekten ilişkisi ise tüketime yönelik bir çarkın tıkır tıkır işletilmesini sağlıyor. Bu çarkta tüm dişliler üzerine düşeni eksiksiz yerine getiriyor: "Yazmasaydım çatlayacaktım" ihtiyacından uzaklaşan yazar, 'yazar ajanının' ittirmesi ve piyasanın beklentileri ile 'dosya'yı tamamlayıp yayınevine teslim ediyor; edebiyat tutkunluğu tüccar zihniyetinin gölgesinde kalan yayınevleri dosyayı kitap formatına sokup göz alıcı şekilde paketliyor; zamanla yarışan kültür habercileri kitabın edebi değerine vakıf olamadan, işin magazinel boyutunu da kapsayacak şekilde, kitabı yazarın üzerinden sunuyor; dağıtımı hızla yapılan kitap, okurun karşısına tüm cazibesiyle çıkarılıyor ve, okur kitabı aynı hızla tüketiyor. Geriden gelen tazyik nedeniyle hemen hemen hiç bir kitabın saltanatı, öyle çok fazla sürmüyor. Hızlı döngü nedeniyle gündemdeki ve raftaki yerini bir başkasına bırakıveriyor.

Bu süreçte, yayınlanan kitabı diğerlerinden farklı ve bir edebiyat eseri kılan nitelikleri araştıran, okura olduğu gibi yazara da hizmet eden 'emekçi eleştirmen'ler yer almıyor. Kitap üzerine yazılıp sisteme bir şekilde dahil yayın organlarında yayınlanan tanıtımlar ve güzellemeler hısım kabul edilirken, kitabın 'içini deşen' eleştirmenler tıkır tıkır işleyen tekere çomak sokan kişiler olarak hasım ilan ediliyor. Cinselliğin, eşcinselliğin, seçkinciliğin, marjinalliğin giderek artan bir oranda tema kılındığı eserler, büyük medya gruplarının sahip olduğu yayınevlerinin etiketiyle sunulup aynı grubun medya organlarınca etkin şekilde tanıtılıyor. Okura edebiyatdışı özellikleriyle sunularak popüler bir kimlik haline getirilen yazarlar da, edebiyatçı kimliklerini unutup işi şova dökebiliyor. O kadar ki; kadınlar tarafından daha çok okunuyor olması ile haber olan Tuna Kiremitçi, edebiyatçı olduğunu unutup Mehmet Ali Erbil gibi davranıyor ve soyunarak yarı çıplak kadınlar arasında poz verebiliyor.

Olup biten bunca şeyden sonra insan, kıymetlinin kıymetini çok daha iyi anlıyor. İçimden, hazır da bir kaç kitaplık şiiri olmasına rağmen 'inatla' kitaplaştırmayan, adına geniş bir dosya hazırlayan Hece dergisine görüş vermekten bile imtina eden şair Cahit Koytak'ı yürekten selamlamak geçiyor. Cahit Koytak, derginin yönelttiği soruları cevaplamayışını bakın nasıl gerekçelendiriyor: "Bugüne kadar, en azından kendi iç dengelerim bakımından yararlı, hatta gerekli olduğunu tecrübelerle gördüğüm bir tutumu, sevdiğim ve değer verdiğim dostlarımın isteği doğrultusunda da olsa, benim bizzat hissettiğim içsel bir gereksinim olmadan, bir çırpıda terketmemin doğru olmayacağını düşünmekten kendimi alamıyorum. Böyle olunca da, dişçi kerpetenini kendi elimle tutup kendi ağzımı kurcalar gibi, sorularınızı yanıtlandırmaya çalışmayı şimdilik mümkün ve anlamlı bulamıyorum. Mümkün olsa bile anlamlı bulmuyorum, çünkü, varsa, çürük dişlerimi çekip okura arzetmekle okura ayıp etmiş olacağımı, yoksa, sağlam dişlerimi çekmekle de kendime yazık etmiş olacağımı düşünüyorum."


25 Ekim 2003
Cumartesi
 
FADİME ÖZKAN


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED