|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Dil Kurumu'nun hazırladığı TÜRKÇE SÖZLÜK'ten "kamu" kelimesinin anlamına bakıyorum. Özellikle bu sözlüğe bakıyorum çünkü bu sözlük bir devlet kurumunun hazırladığı sözlüktür. Bu sözlükte "kamu" kelimesini karşısında, "Hep, bütün, bir ülkedeki halkın bütünü, halk amme" demiş ve örnekler vermiş. "Kamu kesimi" için de, "devlet eliyle yürütülen ekonomik işlerin bütünü" tarifini getirmiş. Kamu halkın bütünü olduğuna göre sayın Sezer de cumhurun yani bütün halkın başkanı olduğuna göre, halkın büyük bir kısmını dışlayan, aşağılayan ve kadını dört duvar arasına hapseden düşünceye destek vererek ayırımcılık yapan davranışına kimse bir anlam veremiyor. Sayın Sezer'in attığı önemli adımların hemen hepsinde ülkeye fayda yerine zarar getirdiğini, huzur ve istikrar yerine huzursuzluk ve istikrarsızlığın sebebi olduğunu görüyoruz. Önceki hükümetin suratına fırlattığı kitapçık ile ülkenin büyük bir krize girmesinin sorumluluğu kime aittir? Meclisin 23 Nisan resepsiyonuna katılmayarak ülkenin gerilmesine sebep olmanın sorumluluğu kime aittir? Ya şu anda üç çeşit davetiye göndererek kendi halkına ayırımcılık uygulayan ve kadını aşağılayan uygulama kime aittir? Bu uygulamalar huzura mı yoksa huzursuzluğuma katkıda bulunmaktadır? Kamusal alan diyerek ne hukukta ne aklı selim bir insanın mantığında yeri olmayan bir deyimin arkasına sığınarak halkın büyük kesiminin dışlanması bir cumhurbaşkanına ne kadar yakışmaktadır? Halkının büyük kesimini dışlayan bir başkana cumhurbaşkanı denir mi? Hem nedir bu kamusal alan? Kamu halksa ve bu halkın kadınlarının yüzde 64'ü başını örtüyorsa kamusal alan ifadesinin arkasına sığınılarak halka nasıl yasak uygulanır? Burada bir çelişki yok mudur? Aslında çelişki üstüne çelişki vardır. Sayın Sezer kendi özel düşüncelerini bulunduğu mevkileri kullanarak devlete mal etmeye ve bu davranışıyla da devlet ile milletin arasını açmaya gayret eden birleştirici değil ayırıcı bir politika izleyen, dahası kendini kanun koyucu olarak gören bir kişilik sergilemektedir. Geçirdiğimiz olağanüstü dönemde yaşanan başörtüsü krizinin altında da maalesef sayın Sezer'in başkan olarak imzası bulunan ve hukuku hiçe sayan anayasa mahkemesi yorumu vardır. Üniversitelerin ve başörtüsünü yasaklayan bütün çevrelerin dayandığı tek hukuki (aslında hukuksuzluğun ta kendisi) dayanak anayasa mahkemesinin anayasayı çiğneyerek kanun koyucu gibi hareket etmesi sonucu yazdığı, kamusal alanda başörtüsüne geçit vermeyen yorumudur. Sayın Sezer hala o yanlışın arkasında duruyor. Anayasa'nın 153'üncü maddesinde, "Anayasa mahkemesi bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu gibi hareketle, yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesisi edemez." diyor. Yani anayasa mahkemesi bir kanunu iptal eder ama kendisi kanun koyucu gibi hareket edemez diyor. Ama maalesef Anayasa Mahkemesi başörtüsü konusunda bir kanun koyucu gibi hareket etmiş yeni bir uygulamaya yol açacak hüküm tesis etmiş kendisini TBMM yerine koymuş ve açıkça anayasayı ihlal etmiştir. Şu anda başörtüsüne yasak uygulayanların elindeki tek delil bu yorumdur. Oysa bu yorumun kendisi anayasaya aykırıdır, hukuka aykırıdır.. Sezer hala kendisini kanun koyucu gibi görme yanlışını sürdürüyor. Anayasaya göre, kanunu TBMM koyar ne anayasa mahkemesi ne cumhurbaşkanı ne de başka bir kurum yalnızca TBMM. Şu anda Türkiye'de ne anayasada ne de yasalarda başörtüsünü yasaklayan hiçbir hüküm yoktur, ama bu anayasaya aykırı yorum sebebiyle ülkede başörtüsü yasağı uygulanmakta ve binlerce insan mağdur edilmektedir. Sayın Sezer bu anayasayı ihlal edici yorumun hala arkasında durarak hiçbir mantığı bulunmayan "kamusal alan" yorumuyla hareket ediyor ve son olarak kendisini oraya seçen vekillerin hanımlarına hakaret edercesine davetiye tanzim ediyor. Ben aslında makama duyduğum saygı sebebiyle kendim davete katılacaktım. Ama bu hem birlik ve bütünlüğü bozucu, hem anayasayı ihlal edici hem kadını aşağılayıcı yaklaşım sebebiyle bu davete katılmayacağım. Birilerinin iddia ettiği gibi başörtüsü siyasal bir simge değildir. Aksine başörtüsüne bu denli muhalefet etmek bir siyasal simge halini almıştır. Hatta sayın Sezer'in 2 sene önce başörtülüleri köşke kabul edip bugün etmemesi tam siyasal bir tavırdır! Milletimiz bu siyasal tavırları takınanlara hal lisanıyla gereken cevabı 3 Kasım'da vermiştir. O yasakları getirenlere destekleyenlere ve yasaklara karşı halkın hakkını savunamayanlara 3 Kasım'da hak ettikleri cevabı vermiştir. Sayın Sezer özel davetinde istediğini çağırır istediğini çağırmaz, ona kimsenin diyecek bir sözü de olamaz. Ama milletin makamı olan cumhurbaşkanlığı köşküne yapacağı davette hele cumhuriyet bayramı davetinde halkın bir kesimini dışlaması asla kabul edilemez. Orası sayın Sezer'in özel mülkü değildir. Milletin malıdır millet kılık kıyafeti ne olursa olsun oraya rahatça girer/girmelidir. Giremediği takdirde cumhuriyete gölge düşmüş olur. Sayın Sezer bu üçlü davetiye uygulamasıyla cumhurun değil halkın bir kesiminin başkanı olduğu mesajı vererek cumhuriyete gölge düşürmüştür!
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |