|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Çocukluğumda Mürüvvet bir kız adıydı. Mürüvvet'in bir de ablası vardı, onun adı da Müşerref'ti. Yoksa tersi miydi? Hâfızamı mı suçlayayım şimdi, ilgisizliğimi mi? Sonra "mürüvvet"i bir deyimin içinde işitmeye başladım: "mürüvvetini görmek". Bu deyim, hep anne babalarla birlikte ve "çocuklarının mürüvvetini görmek" kalıbı içinde kullanılıyordu. Kız olsun, oğlan olsun, çocuk yetişmiş ve evlenme çağına gelmişse, "mürüvvetini görme" vakti de yaklaşmış demektir. Ve sanki mürüvvet, özellikle evlenmekle erişilen bir hedefti. Gerçi, kimi zaman bu mürüvvetin içine sanki mutluluğun ya da torunların da katılabileceği gibi bir izlenim alıyordum ama ondaki "baş göz etme", "everme", "yuva kurma" vurgusu hep öncelikli bir konumdaydı. Bir anne ya da baba, çocuğunu evlendiremeden dünyadan göçmüşse, "mürüvvetini göremeden" ölmek bahtsızlığına uğramış demekti. İnsanların, çocuklarına ilişkin hayır dualar arasında "Allah mürüvvetini göstersin!" duasının da önemli bir yeri vardı. Halk arasında mürüvvet'in bu anlamının dışına taşarak kullanıldığına rastlamadım. Az çok mürekkep yalamış, münevverlik ışığı görmüş kimselerin sözleri arasında mürüvvet'in "insanlık", "erdem", "cömertlik" gibi anlamlarda kullanıldığını gördüm. Meselâ, falan kişinin misafirlerine gösterdiği izzet ve ikramı onun "mürüvvet sahibi" oluşuna bağladıklarını, filân adamın vefâsızlığını "mürüvvetsizlik" saydıklarını işitmişimdir. Şimdi, belleğimi zorluyorum, kimlerden, nerede işittim diye; birkaç ihtimalden fazlasını düşünemiyorum. Demek ki, mürüvvet, yerini "adamlık" veya "insanlık" kelimelerine terk etmiş. Günümüzde "Mürüvvete endaze olmaz." atasözünü bilenlerin, hele kullananların sayısı, "Ağanın eli tutulmaz." diyenlerin yanında devede kulak kadar bile yoktur, sanırım. Bunun böyle oluşunda, mürüvveti kendimize de yakıştırmaktan, böylece sorumluluk yüklenmektense, ağalığı dışımızda birilerine yıkmanın kolaycılığına sığınma da az çok etkili olmuştur belki. Lise Edebiyat kitabında Namık Kemal'in Hürriyet Kasidesinden seçilen beyitlerden birinde geçen "mürüvvetmend"i kaç kişi hatırlar? Nasıldı? Usanmaz kendini insan bilenler halka hizmetten
Arapçadan dilimize giren mürüvvet'in kökü, "mer'", "adam, erkek", "mer'e" ise "kadın, eş" anlamına geliyor. Böylece "mürûet, mürüvvet" cinsiyet ayrımının üstünde bir "insanlık" vasfını belirtiyor. Hüseyin Kâzım Kadri'nin Türk Lügati'nde mürüvvet kelimesi, 1945'te basılan dördüncü ciltte yer almış. Orada mer' için verilen Arapça örnekler bana hayli ilginç geldi. Bir âyetten yapılan alıntı "Kelâmı Hak" ibaresiyle verilmişken, iki cümlenin altına "Kelâmı Şari'" ibaresi konmuş. Bu iki cümleden ilki: "El-mer'u alâ dîni halîlihi" (Kişi, dostunun dini üzeredir.) İkincisi: "El-mer'u mahfî tahte lisânihi" (İnsan, dilinin altında gizlidir.) Acaba "şa'ir" kelimesi, yanlışlıkla "Şari'" biçiminde mi yazılıverdi? Kelimeyle ilgili altı örnek cümle de "Kaidei Fıkhiye" ibâresiyle sunulmuş. Bu sunuşta "fıkıh" kelimesinin "İslâm hukuku" anlamını hayli aştığı görülüyor. Lügat'te İmam Ali'ye ait olduğu belirtilen bir cümle şöyle: "Lâ dîne li-men lâ mürû'ete leh". Türkçesi şu: "İnsanlığı olmayanın dini olmaz." Olur mu? Fakat insanlık nedir? Çok basit: Kendimiz için istediğimizi başkası için de istemek, kendimiz için istemediğimizi başkası için de istememektir insanlık. Çok zor!
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |