AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

Y A Z A R L A R
Demokrasi mi, istikrar mı tercihiniz?

İktisadın iki büyük okulundan birinin babalarından sayılan Milton Friedman, günün birinde çıkıp da, ekonomik kalkınmanın otoriter rejimlerde daha başarılı olduğunu savununca yer yerinden oynamıştı. Ne de olsa liberal bir kafa taşıyan bu adama yakıştırılamamıştı bu iddia.

Oysa 1970'lerden itibaren tarih belki yeniden gösterdi ki, ekonomide liberalliği savunanlar siyasi anlamda gittikçe daha otoritarizme kaydılar. Gerek Dünya Bankası ve IMF'nin, gerekse "liberal" akademik çevrelerin o tarihlerden bu yana ortaya koyduğu çalışmalar, demokratik rejim ile iktisadi istikrar ve kalkınmanın bir arada yürütülmesinin zor olduğu gerçeğini ortaya koyuyordu.

Ortada Güney Asya ülkelerinin örnek alınacak tecrübesi vardı her şeyden önce. Endonezya'dan Malezya'ya, Kore'den Singapur'a bu ülkelerin hepsi iktisadi yükseliş dönemleri boyunca otoriter rejimlerle yönetilmişti. Singapur'u otuzu aşkın sene boyunca hiç de demokratik olmayan yöntemlerle idare eden Lee Kuan Yew, idareyi ele geçirdiğinde Singapur sivrisineklerin cirit attığı bataklıklardan ibaretti neredeyse. Bugün aynı bölge Birleşmiş Milletler'in İnsani Kalkınma Raporunda en başarılı ülke olarak geçiyor. Buranın ekonomisi, dünyanın en rekabetçi şirketlerine sahip ve kişi başına düşen milli hasıla, bir G8 üyesi olan Kanada'nınkine denk.

Keza Tiananmen Meydanı'nda yaşanan trajedi farklı bir şekilde cereyan etseydi ve Çin bugün demokratik bir biçimde yönetilseydi, acaba yek vücut kalabilir ve o yüksek iktisadi performansını gösterebilir miydi? Aynı performansı Rusya neden gösterememişti? ABD'nin arka bahçesindeki Haiti, daha 1994'te 22 bin Amerikan askerinin postalları altında çiğnenmişti. Amaç güya demokrasiyi yeniden inşa etmekti. Haiti'de o gün bugündür demokrasiye kan ve istikrarsızlık eşlik ediyor. Benzer bir sürecin Irak'ta yaşanacağı oldukça aşikar.

Batılı düşünürlerden önemli bir kısmı, "üçüncü dünyanın" demokratik bir yönetim tarzına uygun olmadığını dillendiriyor uzunca bir zamandır. Eskiden bu, "Doğu despotizmi" ile açıklarlardı. Şimdilerde moda kelime "ekonomik istikrar". Demokrasi havarisi ABD de, tabii olarak, Ürdün, Mısır ve Türkiye gibi stratejik ülkelerde diktatörlerle, demokratik görünüşlü otoriter rejimlerle veya "güdümlü demokrasilerle" çalışmayı yeğliyor.

Gerek akademik çevrelerde, gerekse dış siyaset lobilerinde bu örnekleri durmadan gözümüze sokan ve görüşlerini giderek daha sesli bir şekilde dillendirmeye başlayan otorite yanlısı bu yeni akımın kastı ne peki? Bir taraftan iktisadi alanda tam bir serbestiyeti savunacaksınız, diğer yandan siyasi anlamda otoriterizmi. Bu eğilim, bir anlam ifade ediyor olsa gerek.

En demokrat ülkelerde dahi, demokrasi bireylerin günlük hayatlarında çok nadiren karşılaştıkları bir olgu. Sabah kalkıyor ve ailenizle kahvaltı yapıyorsunuz. Aile, tüm gelenek ve karar alma mekanizmalarıyla esasında demokrasinin pek uygulanmadığı bir yapı. Keza modern işletmelerin hangisinde teamüller, gayri resmi iç hukuk, personel ilişkileri, performans kriterleri ve hatta alım – satım, yatırım ve masraf gibi işletme faaliyetleri, o işletmenin tüm mensuplarının temsil edildiği demokratik bir platformda oylanarak karara bağlanıyor? Büyük alışveriş merkezlerine girdiğimizde, kendimizi bu gibi yerlerin güvenlik ("Çantanızı kontrol edebilir miyim?"), sağlık ("Sigara İçmeyin!") ve görgü ("Cep Telefonunuzu Kapatın!") kurallarına teslim etmiyor muyuz?

Gündelik hayatın bu basit gibi gözüken yanlarından önemli bir sonuca varmak mümkün: İnsanlar güvenli ve istikrarlı bir hayat sürmek için hürriyetlerinin bir kısmından taviz veriyor. Makro planda bu, iyi bir ekonomik kalkınma ve istikrar süreci sağlandığında demokratik teamüllerin rafa kaldırılabileceği anlamına geliyor.

Bugün dünyanın en büyük 100 ekonomisinin listesine bakacak olursanız, bunların yarısından çoğunun ülke ekonomileri olmadığını görürsünüz. Dünyanın her ülkesiyle bağları bulunan, her ırktan insanı istihdam eden, her hükümetin ağzının içine baktığı bu ekonomiler, uluslararası dev şirketler. Bu şirketler, gittikleri ülkede her şeyden önce iktisadi serbestiyet ve istikrar istiyorlar. Bu şirketler, hemen her ülkenin parlamentosunda lobicilik yapıyor ve liderlerle dirsek teması içine giriyorlar. Uluslararası ticari ve finansal anlaşmalar bunlar için işliyor. Bunlar olmadan ülke ekonomileri kalkınamıyor.

Ve bu devasa ekonomilerde demokratik karar alma mekanizmaları yok. Haliyle global ekonomik ve siyasi platformlarda önemli politikaların en aktif takipçi ve uygulayıcısı olan aktörler, otoriterizmin temsilcisi.

Yeni dünya düzeni bu işte: Serbest ve istikrarlı bir küresel ekonomi ve demokratik görünümlü otoriter rejimler. Irak'taki sürece bir de bu açıdan bakmalı.


2 Eylül 2003
Salı
 
MELİKŞAH UTKU


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED