|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Dünyada kaç ulus vardır kendini şiire adayan? Dünyada kaç topluluk gösterilebilir ki, kendini şiirle anlamlandırabilsin, başkaları karşısındaki konumunu şiirle kıyaslayabilsin. Şiirin bir üstünlük unsuru olarak görüldüğü kaç gelenek vardır ki dünyada? Osmanlı bilginlerinden Taliki-zade, Osmanlılar'ın sahip olduğu 20 kadar üstün vasıf sıralıyor. Anlayış dergisinin son sayısında, bilim tarihçisi İhsan Fazlıoğlu'nun yazısında belirttiğine göre, Talik-zade'nin sıraladığı Osmanlı'yı üstün kılan hasletlerden bazıları şunlar: İslam'a mensubiyet ve bağlılık, Mekke ve Medine'nin bekçisi olmaları, hem denizlere hem karaya hakim olması, İstanbul'un başkent olması… Yedi iklimde şehirlerin olması, dışardan yardım almama/muhtaç olmama gibi maddi ve maddi olmayan hasletler sıralanmış. Ülkede adaletin geçerli olması, bilginin yayılması, şahsi mülkiyete saygı gibi Osmanlı idrakini şekillendiren hasletler sıralanıyor. Her biri kültürel ve stratejik göndermeleri olan bir 16. yüzyıl Osmanlı münevverinin kaleminden Osmanlı'yı diğerlerine üstün kılan özelliklerin bu şekilde sıralanmasının ne anlama geldiğini kavramak zorundayız. Ancak o zaman Osmanlı'daki "ben idraki"nin felsefi temellerini kavrayabilir, o günün zihin dünyasını çözebiliriz. Bu çözme işi, sadece o günün insanlarının kendilerini nasıl gördüklerini açığa çıkarmakla sınırlı bir zihin arkeolojisinden ibaret değil elbette. Öyle olsaydı uzmanlık konusu binlerce başlıktan biri olup ilgilisine havale edilebilirdi. Bir medeniyetin kendini nasıl idrak edişini kavramakla alakalı bir okumaya girişmek durumundayız. Zira aynı medeniyet havzasının mensupları olarak, o zamanki Osmanlı'daki "ben idraki" ile bugünkü insanımızın "ben idraki", "kendi oluş/kendini anlamlandırış"ı arasındaki değişimi kavramak ya da bu idrakin mesnetleri, kökleriyle temasa geçmek anlamına gelecektir bu okuma. Taliki-zade'nin hem Şehname-i Hümayun hem Şemail-name isimli eserlerinde (İ. Fazlıoğlu'nun yazısından aktarıyorum) belirttiği Osmanlı hasletleri arasında bir madde var ki, bizzat böyle bir hasletin bahsedilmiş olması başlı başına bir medeniyet dersini gerektiriyor. Taliki-zade'ye göre, Osmanlı'nın başkalarına olan üstünlüklerinden biri şiir yazma güçleridir. Hemen her sultanın şiirle ugraştığı, divan sahibi olduğu bilinir. Ancak şiirin bir medeniyet idrakinin eksenine oturtulduğu, kendi oluş bilincini şiirin belirlediği başka bir medeniyet havzası gösterilebilir mi! İstanbul gibi bir şehre ve şiir yazmak gibi bir haslete sahip olmayı bilince dönüştüren bir medeniyet anlayışı ile karşı karşıyayız. Bu bence, Osmanlı medeniyetini tanımlayan estetik ve derin kavrayışın emsalsiz köşe taşlarıdır… 'Kendi oluş'unu gerçekleştirebilmek medeniyet idrakine sahip olmak demektir. Bu idrak ve bilincini yitirenler, mesnetlerini kaybedenlerin başta ne estetik ne etik değerleri olabilir. Ve biz hâlâ İstanbul'da yaşıyoruz. İstanbul'da yaşamakla ikamet etmek arasında farkın kalmadığı bir ortamda Osmanlı'nın İstanbul'a verdiği anlamı, misyonu kavrayabilmek mümkün mü? Şiir okuyanların mahkum edildiği bir siyaset ortamında, şiiri övünç bilen bir medeniyetin varisleri olduğumuz ne kadar iddia edilebilir? Bir medeniyete varis olmak ancak ona sahip çıkmakla mümkündür. Kavrayamadığımız bir değere ne sahip çıkabilir ne de yeniden üretebiliriz. Kısır döngülerin girdabından ben idrakimizi oluşturan köşe taşlarına yaslanarak "gül muştusu"nu okuma zamanı gelmiştir. Evet, şiiri yeniden kuşanacağız.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |