|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Başbakan Tayyip Erdoğan'ın Almanya Başbakanı Gerhard Schröder ve Dışişleri Bakanı Joschka Fischer ile yaptığı görüşmeler ile Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün Avusturya'daki temasları kritik bir zamanda gerçekleşti ve son zamanların en verimli temasları oldu. Sadece Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği için değil, dünyadaki hızlı değişimin yakalanması, Türkiye'nin "Alman-Fransız ekseni", Rusya, Çin ve İslam dünyasının "ABD-İngiliz-İsrail cephesi"nin yeni küresel sistem projesine bakışını yakından izlemesi açısından da bu ziyaretler son derece önemli. Schröder'in, "Türkiye'nin AB üyeliği hem jeopolitik açıdan, hem de Almanya'nın ulusal çıkarları açısından gereklidir'' diyerek Türkiye'nin AB üyeliğine tam destek vermesinin nedeni ne? Almanya'nın bütün çekincelerini geri plana iterek hiç görmediğimiz bir kararlılıkla Türkiye'ye destek vermesi ve daha önce "Türkiye ile işbirliği yaparak İslam dünyasıyla farklı bir diyalog kurmalıyız" diyen Fischer'in ''Öyle görülüyor ki, Kanuni Sultan Süleyman Viyana kapılarından geri dönmeyecek'' şeklindeki ifadesi, sadece Türkiye'nin üyeliği amaçlanarak sarfedilmiş sözler değil. İngiliz Financial Times gazetesi neden, Almanya'nın Türkiye'ye vereceği desteğin hep böyle süreceğini beklememesi için Ankara'yı uyaran, hatta örtülü biçimde tehdit eden yazı yayınlamak zorunda kaldı? ABD ve İngiltere Türkiye'nin başta merkez Avrupa olmak üzere farklı çevrelerle yakınlaşmasından neden endişe ediyor? Anglo-Amerikan hegemonya savaşının nasıl bir dünya öngördüğü, bunun Türkiye ile sürece karşı çıkan ülkelere ödeteceği fatura çok iyi hesaplanmalı. Sadece Washington'dan dünyaya bakarak bu bedelin öngörülebilmesi mümkün değil. Öncelikle, Türk dış politikası üzerindeki Amerikan-İngiliz-İsrail ipoteği kontrol altına alınmalı ve Ankara Irak'tan Filistin'e, Kafkaslar/Orta Asya'dan AB üyeliğine kadar gelişmelere kendi gözleriyle bakma özgürlüğünü eline geçirmeli. ABD-İngiliz-İsrail cephesinin Türk dış politikası üzerinde 1990'lardan sonra sürekli artan, Irak işgalinden sonra ise tahammül sınırlarını aşan bir ağırlığı var ve bu Türkiye'nin çıkarlarına ölümcül zararlar veriyor. Bu tekelin kırılması için Türkiye'nin farklı söylemleri dillendiren başkentlere kapılarını açması özellikle bu dönemde atılacak en casur adım olacaktır.
"Yeni Avrupa" mı, "Viyana kapıları" mı?
Anglo-Amerikan cepheyle "Kıta Avrupası" arasında hem 21. yüzyılın güçler dengesini hem de Türkiye'nin yeni dünyadaki ağırlığını belirleyecek bir güç mücadelesi yaşanıyor. Alman-Fransız ekseni ile Rusya ve Çin arasındaki yakınlaşma, İslam dünyasının "Amerikan tehdidi"ne karşı bu çevreyi denge unsuru olarak öne çıkarması, Irak işgalinin açık mücadeleye dönüştürdüğü ayrışmanın ABD'nin tecrit edilmesine ve saldırgan bir güç olarak görülmesine neden olduğu AK Parti hükümeti tarafından yakından izlenmeli. Türkiye'nin de, AK Parti yönetiminin de geleceği ABD-İngiliz cephesinin dünya vizyonuna hapsolmakla değil, küresel güç mücadelesin etkin bir oyuncu olarak öne çıkmakla güvence altına alınabilecektir. Almanya'nın Türkiye'nin üyeliğine yönelik en temel itirazı AB'ye ABD'nin "truva atı" olarak germek istemesidir. Bunu Kopenhag Zirvesi'nde ve Erdoğan'ın o dönemdeki Avrupa temaslarında açıkça dile getirdiler. Merkez Avrupa bu yaklaşımını kendisi için bir tehdit olarak algılıyor. Çünkü ABD ve İngiltere, AB'nin küresel güç olarak öne çıkmasını sabote ediyor. Alman-Fransız ekseni öncülüğündeki AB ülkelerine karşı şiddetli bir kuşatma harekatı yürütüyor. Bunun için Merkez Avrupa'yı dışlayıp Silvio Berlusconi ve Jose Maria Aznar gibi siyasi geleceği olmayan liderleri de gaza getirerek, Doğu Avrupa ve Balkan ülkeleri öncülüğünde bir "yeni Avrupa" projesi ortaya koydular. Polonya ve Doğu Avrupa ülkelerini gerçek Avrupa ilan ettiler. Aynı senaryoyu Yunanistan hariç Balkanlar'da da uyguladılar. Alman-Fransız Ekseni'nin Rusya ile stratejik ortaklığını engelleme yoluna gittiler. Avrupa'nın Rusya, Kafkaslar ve Ortadoğu kapılarını kapattılar. Kıta Avrupası bu kuşatma harekatına dünya çapında diplomasi savaşıyla karşılık veriyor. Savaşın ağırlık noktalarından biri Türkiye. Çünkü Türkiye, Avrupa'nın dünyaya açılabileceği en stratejik ülke haline geldi. "ABD-İngiliz-İsrail cephesi"nin Türkiye için öngördüğü "taşeronluk", "cephe ülke", "yedek güç" formüllerine Avrupa şimdi "ortaklık" formülüyle karşılık veriyor.
Türkiye'ye kurulan ABD-İngiliz tuzağı
ABD ve İngiltere, bu kapıyı da Avrupa'ya kapatmaya çalışıyor. Bunun için Türkiye'yi Avrupa içindeki çatışmada ABD'nin istekleri doğrultusunda yönlendiriyorlar. Başarılı da oldular. Türkiye'de iyi izlenmeyen bu operasyon Ankara'nın geleneksel AB politikasını kökünden değiştirmesi, Birleşik Avrupa projesine savaş açması, Yeni Avrupa yoluyla "ABD'nin truva atı" rolünü pekiştirmesi anlamına geliyor. ABD ve İngiltere için, Türkiye'nin Irak'a asker göndermesiyle Polonya, Ukrayna ve Sırbistan'ın asker göndermesi birbiriyle son derece bağlantılı. Ankara, kendisine dikte edilen politikaları uygulayarak Almanya ve Fransa'ya kapılarını kapatırken Avrupa projesini ABD'nin isteği doğrultusunda İngiltere, İtalya ve İspanya üzerinden yürütmeye başladı. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 1 Mart Tezkeresi'nin reddetmesi, Türkiye'ye kurulan bu tuzağı bozan tek gelişme oldu. Ankara'nın Irak'ın işgali sürecinde, BM ve NATO krizlerinde uyguladığı politikalar, Ortadoğu'ya yönelik genel yaklaşımı ve AB yolunda attığı adımlar tamamen ABD'nin Yeni Avrupa projesi çerçevesinde yürütüldü. Bu süreç, Türkiye'nin gücünü kırıp onu Polonya ve Ukrayna seviyesine indirgiyor, Avrupa, Ortadoğu ve Orta Asya'da ABD'nin yedek gücü haline sokuyor. Türkiye'nin Merkez Avrupa, Rusya, İran ve Ortadoğu ile ilişkilerine ağır darbe vuracak, Türkiye'yi Balkanlar'dan Orta Asya'ya uzanan alanda ABD ve İngiltere'nin piyonu haline getirecek tehlikeleri barındırıyor. Başbakan Erdoğan'ın Schröder'le görüşmesi bu açıdan son derece önemli. Erdoğan, Paris'e gitmişken Fransız yetkilileri de dinlemeliydi. ABD-İngiliz-İsrail cephesi Türk dış politikasını rehin almış ve bu ülkeyi Almanya ve Fransa'ya karşı cepheye sürmüş durumda. Almanya ve Fransa ise bu operasyonda yer almaması için Türkiye'ye AB kapılarını açıyor. Umarız Türkiye, İslam coğrafyasını büyük yıkımlara hazırlayan tehlikenin farkına varır ve dünyanın ABD-İngiltere-İsrail'den ibaret olmadığını görür. Kopenhag temasları, Tezkere'nin reddi ve Erdoğan-Schröder görüşmesi, AK Parti hükümetinin hanesine yazılacak en önemli dış politika manevraları olarak anılacaktır.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |