|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Arapça'da 'abd' sözcüğü kul, köle anlamına gelir. Nitekim 'ubudiyet' de kulluk, kölelik demektir. Mukabili ise 'efendi' anlamında 'rab' (rububiyet) sözcüğüdür. Nitekim 'terbiye', 'mürebbi' sözcükleri bu kökten türerler. Bugün olumsuz anlamıyla kullanılan kulluk, kölelik sözcükleri, 'itaat' kavramıyla olan bağıntıları nedeniyle olumsuzlanıyor. İtaatin en keskin anlamının kullukta, kölelikte tezahür ettiği düşünülürse, bu olumsuzluğun sebebi de tahmin edilebilir sanırım. (Burada mesela 'kapıkulu' veya 'bendegân' tabirlerinin günümüz siyasetindeki olumsuzlayıcı anlamları hatırlanabilir.) Halbuki yakın zamanlara kadar "bendeniz/bendeleri falan oğlu filan" ('bende-zâde) veya "kulunuz mazurum" türünden ifadeler birer nezaket ve tevazu ifadesi olarak kullanılırdı. (Bugün artık "bendeniz...", "kulunuz..." tabirlerini sadece yaşlı İstanbul beyefendileri kullanıyorlar.) 'Bende' kul-köle anlamına gelen (bend'den türeme) Farsça bir sözcüktür. Kezâ 'Bende-perver' veya "bende-nüvaz' kendi adamlarını koruyup kollayan kimseler için olumlu anlamda kullanılırdı. Peki nasıl olmuş da bizim kültürümüzde kulluk-kölelik gibi ifadeler bir nezaket, bir tevazu ifadesi haline gelmiş? Sözcüklerin anlam haritaları karşıtlarına başvurularak çıkarılır. Bu bakımdan burada Rumca'dan dilimize geçen 'efendi' (sahip) sözcüğünü hatırlamalıyız. [Arapça'daki 'rab' (efendi) sözcüğü ayrıca ele alınmayı gerektirecek kadar geniş mânâlar taşıyor.] 'Efendi' sözcüğünün kullanım sahası oldukça geniştir. Mesela Tanzimat sonrasında mekteb-medrese ayrımı çıktığında mekteplilere 'bey', medreselilere 'efendi' dendi. Elmalılı Hamdi Efendi, Mustafa Sabri Efendi, Mehmed Akif Bey, Ahmed Naim Bey gibi... Bilindiği üzere bir süre bu ayrım da kalktı, 'beyefendi' tabiri çıktı. ('Ağa' ve 'bey' kelimelerinin 'ağabey' halini alması da üzerinde konuşulmaya değer bir keyfiyet arzeder.) Önceleri küçük yaştaki erkek öğrencilere ve çocuklara 'efendi' denilirken, sonraları üniversite talebelerine de 'efendi' denildi. (Bugün bu ifade terbiye-tahsil görmüş kimseler için kullanılıyor. "Ne kadar da efendi bir çocuk!") Her unvanın, her iltifat sözcüğünün başına gelenler 'efendi'nin de başına geldi ve tahfif ifade etmek için kullanıldı. Mesela gayr-ı müslimlere hitaben Yorgo Efendi, Mişon Efendi denilmesi zahiren iltifat gibi görünse de —ki Tanzimat ideolojisi bu iltifatı zorunlu kılmıştı— zamanla tahfif mânâsı galebe çaldı. Nitekim bakkallara, kasaplara, hatta ilerleyen yıllarda kapıcılara hitaben 'efendi' tabirinin kullanılmasında da bu vurgu kendisini gösterir. Kadınlar kocalarına adlarıyla değil, 'efendi' (sonraları 'bey') diyerek hitab ederlerdi; ne garip değil mi sadece hocalar değil, aynı zamanda babalar da çocuklarına 'efendi' diyorlardı. Unutmamak gerekir ki Peygamberimizden (s.a) sözederken "Efendimiz" demek de bir edeb nişanesi olmuştur. Bazılarımız "Peygamber efendimiz" der, bazılarımız ise nezaketen sadece "Efendimiz" demeyi yeterli bulurlar. Niçin? Çünkü hitabda ibham (mesafeyi artırmak) nezakete delalet eder; tıpkı muhataba üçüncü çoğul şahıs zamiriyle hitab ifade edilmesi gibi. ("Zât-ı âlileri bu konuda ne buyururlar acaba?") Bugün "efendi-köle" kullanımındaki olumsuzlayıcı vurgu (mesela "efendilik taslamak") bu kısa tahliller ışığında bile ne kadar ilginç görünüyor. Kimse başkasını efendi olmak görmek istemiyor; kimse kimsenin kulu-kölesi olmak istemiyor. Tam da burada "Cumhuriyet efendiliğe son verdiği gibi, köleliğe de son verdi" denilebilir mesela. (Öyle ki şimdiden "Kula kulluğa hayır!" denildiğini duyar gibiyim.) Manevî hiyerarşinin, yani meratib ve silsilenin bozulduğu bir ortamda aşağı veya yukarı mertebelerden söz etmek itici geliyor; tıpkı avâm-havass-ehass-ı havass mertebelerinin birçok kimse nezdinde itici görünmesi gibi. Manevî ve ilmî mertebelerin yeri boş mu kaldı sanki? Elbette hayır! Bugün efendiliği zenginlik ve güç, köleliği ise fakirlik ve acz temsil ediyor. Siyasî ve askerî güç ile iktisadî zenginlik efendiliğin, mukabili ise köleliğin alâmeti... Çoğu insan paranın ve kuvvetin karşısında eğilmeyi, para ve güç sahiplerinin karşısında köle gibi davranmayı doğal karşılıyor. Para ve güç kazandıran mesleklerin itibar görmesi, para ve gücün belirlediği bir efendi-köle rejimi, bu rejim içerisinde hayatlarını idame ettirenler açısından makbul addedilirken, ilim ve ahlâka dayalı bir hiyerarşi kolaylıkla reddediliyor. Yani bir âlim karşısında "Efendim, bendeniz..." demek izzet-i nefis meselesi yapılırken, bir patron, bir âmir, bir başkan karşısında "Efendim, bendeniz..." demek gayet tabii karşılanıyor. Şimdiki efendilerin itibarı sahip oldukları maddî servet ve güçten kaynaklanırken, kölelerin kölelikleri de o maddî servet ve güce sahip olamamaktan kaynaklanıyor. Anlayacağınız, sahip olan efendi, olamayan kul-köle oluyor.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |