AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

Y A Z A R L A R
Adam, kahramanını doğru seçendir!..

Sıhhatli insan, iç dünyası ile dış dünyasını dengeleyebilendir. Ekonomi ve siyasete dair okumalarımızın elbette dünyayı daha iyi tanımamıza katkısı olur.

Yarın okullar açılıyor. Milyonlarca çocuk ve genç okul sıralarını dolduracak. Bir iki hafta sonra da üniversitelerde dersler başlayacak. Hatırlayacaksınız, evvelki Pazar gençlik ve üretim konusunu işlemiştik. Bıraktığımız yerden bugün devam edelim. Söz Ola dergisinin gençleri şöyle bir soru yöneltmişlerdi: Üreten genç, savaşan gençtir dediniz. Peki, bu savaşta dışa dönük üretkenlik mi, yoksa içe dönük üretkenlik mi daha mühimdir?

Sıhhatli insan, iç dünyası ile dış dünyasını dengeleyebilendir. Ekonomi ve siyasete dair okumalarımızın elbette dünyayı daha iyi tanımamıza katkısı olur. Mevcut dünya düzenini, o düzendeki aktörleri, bunların hesap, plan veya numaralarını başka türlü anlayamayız. Anlamadıkça da kendimizi, toplumumuzu onlara karşı koruyamayız. Ancak, dünyayı anlamak yetmez. Bir insanın aynı zamanda kendini anlaması lâzım. Kendini tanıması lâzım. Bunun için de edebiyat, şiir, roman, hikaye, destan, tarih, menkıbeler ve tabi ki mukaddes kitap, onun tefsiri, çeşitli yorumları, Peygamber kıssaları, evliya menkıbeleri vs. okumamız gerekir. Bütün bunlar kendimizi tanımamıza, iç dünyamızı keşfetmemize yardımcı olur. Kâmil insan, bu ikisinin bileşkesinden doğar.

Toplumda bazı fertler sadece iç dünya yolculuğuna çıkmayı tercih edebilirler. Bu güzel bir şey. Ama toplumun bütün fertlerinin böyle yaptığını düşünürseniz, hakikatla ilişkisini koparmış, zulüm peşinde koşan başka toplumların esiri haline gelirsiniz. Çünkü dünyada neler olup bitiyor anlayamazsınız.

Ebu-l Vefâ Hazretleri, Fatih'i camiye almadı

Rivayet edilir ki, Fetih 'İstanbul'unun büyük velîlerinden Ebu-l Vefâ Hazretleri, kendisine bağlanmak isteyen Fatih'i reddeder. Sultan, kendisini ziyaret için haber gönderip destur talep ettiğinde, Ebu-l Vefâ Hazretleri der ki "Hünkârıma selam ve saygılarımı arzedin, gelmesin, müsait değilim." Fâtih "Ben gideceğim. Öyle arzu ediyorum, içim daralıyor" der. Ve gidiyor padişah. Fakat Hocaefendi camiyi kilitliyor ve padişahı içeriye almıyor. İstanbul"u fetheden büyük kumandan, birkaç saat dolaştıktan sonra tıpış tıpış sarayına geri dönüyor. Tabii şeyhin etrafındakiler, müridân, o günün gençleri şok olmuşlardır. Cihan padişahına nasıl böyle bir muamele yapılabilir? Ve niçin yapılır? Diyor ki Hocaefendi. "Benim onun gibi mürîde ihtiyacım yok. Bakın sizler varsınız. O şimdi gelirse buranın tadını alır, buradan çıkmaz, o zaman devleti kim idare edecek?" Devleti idare edecek insanlar öyle kolay yetişmiyor. Dolayısıyla bir cemiyette hem Ebu-l Vefâ Hazretleri olacak hem Sultan Fâtih olacak. Cemiyette bütün bunların birbirini tamamlaması ve her ferdin mümkün olduğu kadar iç dünyasıyla dış dünyasını dengeli hale getirmesi lâzım. Bu kimi insanlarda daha çok şiir, edebiyat ağırlıklı olarak, kimisinde tasavvuf ve diğer vasıtalarla gerçekleşir. Aslında bunların hepsi birbirini tamamlar ve neticede bizi hakikate götüren birer köprü haline gelirler.

Malkoçoğlu mu yener He-man mı yener?

Bakınız bir yabancı film, bir dizi çekiliyor ve çocuklarımız hemen o kahramanlara yönelmeye, onları yüceltmeye başlıyor. Hatırlıyorum yıllar önce, oğlum dört beş yaşlarında iken He-man, Ninja Kaplumbağalar gibi şeyler izlerdi. Bir gün Malkoçoğlu filmi seyrediyoruz. Malkoçoğlu, işte bildiğiniz gibi herkesi yeniyor. Dedim ki oğluma:

- Malkoçoğlu mu yener He-man mı yener?

Gelişigüzel söylemiştim bunu ama o anda çocuk sarsıldı, çok ciddiye aldı soruyu, rengi değişti, düşünmeye başladı. Hissettim ki kalbi Malkoçoğlu'ndan ama aklı He-man'dan yana, onu daha donanımlı görüyor anlaşılan. Biraz da beni üzmemek için düşünmüş anlaşılan, "Bir-bir berabere kalırlar" dedi. Yabancı dizilerden çocukları koruyabilmek için, birtakım başka faaliyetler yapamazsak çocukluktan itibaren bu gençleri yanlış kahramanların takipçisi hâline getiririz.


Üretkenlik millî siyasetle olur

Gençliğin gerçek anlamda üretken kılınabilmesi için millî bir siyâset gerekir. Bir devlet, ideolojisi ne olursa olsun, kendi geleceğini teminat altına almak istiyorsa, daha uzun ömürlü bir politik sisteme dönüşmeyi arzu ediyorsa, gençlerine yön ve tarih bilinci aşılamak zorundadır. Cumhuriyet Türkiyesi, geçmişi kötüleyerek yola koyulduğu için, gençlerini kazanamadı. Yönetime hep şüpheyle bakageldik. Şüphe çalışma azmini öldürür. Devlet aynı zamanda gençlerini birçok yıkıcı ve pasifleştirici etkiden de korumak zorundadır. Bunların en somutları uyuşturucu ve benzeri tezgahlar, sigara ve benzeri alışkanlıklardır. Bütün bunlarla göstermelik değil çok ciddî bir mücâdele söz konusu olmalıdır. Ülkenin milli eğitim ve kültür bakanlıkları bu bakımdan çok önemlidirler.

Ayrıca, toplumdaki muhtelif dernek ve vakıfların da, gençliğin hem bedenen hem aklen ve rûhen gelişmesine yönelik siyasetlerinin olması lazım. Birinci adım ise bizzat âilenin içinde atılmalıdır.. Meselâ gençlerin pasifleştirilmesinde önemli bir unsur olarak televizyonu, televizyon dizilerini, televizyon reklamlarını görüyorsak; bunları yasaklamak tabii ki zor ve yerine göre mantıksız bir işlemdir, ama bunları sınırlayıcı, bunlara alternatif geliştirici bir faaliyet içinde olamaz mıyız? Bunu başarabileceğimiz kanaatindeyim. Tek tek âileler olmasa bile cemaatler halinde, topluluklar halinde bunu başarabiliriz.


Gençleri, kahramanlar yönlendirir

Kahramanını doğru seçmek bir gencin hayatında çok önemlidir. Hiç unutmam, bizim çocukluğumuzda babam bize 'Sîret' adında bir kitap okurdu. Muhtemelen biraz Bektaşîmeşrep-Alevîmeşrep birisi tarafından yazılmıştı. Çünkü Hazreti Ali Efendimiz'e çok aşırı övgüler vardı. Manzum Hazreti Ali cenkleri ortada, sayfanın kenarlarında ise mensur Battal Gazi cenkleri vardı. Hüseyin Gazi oğlu Seyyit Battal şehr-i Malatya'dan çıkıp tâ İstanbul'a kadar gelip Kız Kulesi'ndeki tekfurun kızını kurtarıyordu ya da Hazreti Ali, zülfikarıyla bir orduyu yarım saatte yerle bir ediyor, Hayber Kalesi'nin kapısını tek koluyla koparıyordu. Biraz abartılı olarak İslam tarihinin özetini canlı bir şekilde gözümüzün önüne serdiği için biz de mahallede Battal Gazicilik, Hazreti Alicilik oynardık. Hazreti Hamza olurdu bazıları. Tabiî yetmişlerin başına kadarki bir dönem, televizyonun olmadığı bir dünya, şimdi televizyonun olduğu bir dünyada bu kadar okumaya dayalı bir kültürü tutturmak zor. Ama bundan vazgeçmememiz, ısrarla çocuklarımızı okuyan insanlar haline getirmemiz lâzım.

İyi televizyon, kötü televizyon; iyi film, kötü film diye bir ayırım yapabilir miyiz acaba? Meselâ şimdi 'Ekmek Teknesi' diye bir dizi var. Çok hoş, çok güzel mesajlar veriyor. Güzel ama bizâtihî televizyonun kendisinde problemler var. Ne gibi? Televizyonda olaylar hızlı bir şekilde gözümüzün önünden akar. Akıp giden şeye karşı insanoğlu muhakemesinden, aklından ziyade duygularıyla mukabele eder. Ya 'Ne güzel, aferin, hoş!' diye, ya da olumsuz tepki gösterir. Ama ikisi de anlıktır. Düşünülmüş taşınılmış değildir. Okuma öyle değil. Okumada, siz daha etkilisiniz. Kitap önünüzde, okursunuz, kapatırsınız, üzerinde düşünürsünüz, kabul ya da reddedersiniz, yahut alternatif geliştirirsiniz. Ama bir oyunu izlerken, bir programı izlerken bu özgürlüğünüz yok. O an hemen tepki göstermek zorundasınız. Bu da aslında insanın muhakeme gücünü zayıflatan bir durumdur. Biz, evet çağdaş iletişim araçlarından kopamayız, onları yasaklayamayız. Televizyonu kendi evinizde yasaklayın, çocuklar başka evlere gitmeye başlar. Yâni olmuşu olmamış kabul edemeyiz. Bu, eğer büsbütün olumsuz bakıyorsak, başımıza gelmiş bir felâkettir. İnsan başına gelmiş olan şeyle bir Eyyüp Aleyhisselam sabrı ile yaşamak zorundadır. Biz, bu başımıza gelmiş olanın mahiyetini bilebilirsek, tepkilerimiz o ölçüde bilinçli olacaktır, gençlere de o bilinçle yön vereceğiz ya da yön tutturmalarına yardımcı olacağız. Kahramanlarını seçmelerine yardımcı olacağız.

Modern medeniyetin bozucu yönlerinden birisi masumiyet anlayışını tahrip etmiş olmasıdır. Mesela eskiden de insanlar kıskanç idiler. Kıskançlık Hâbil-Kâbil hadisesinden bu yana insanoğlunun yaşayageldiği bir durumdur. İnsan Kur'ân-ı Kerîm'de de beyan buyurulduğu üzere zâlim ve câhildir, acelecidir. Bu çerçevede, kıskançlık da insanın özelliklerinden birisidir. Fakat modern döneme kadar hiçbir din, hiçbir dînî ya da sosyal gelenek kıskançlığı hoş görmemiştir. Evet, insanlar hasetlik ederler ama haset (kıskançlık) hoş karşılanmamış, sürekli olarak kınanmıştır. Keza, insanoğlu bencildir veya bencilliğe meyleder ama hiçbir din bencilliği hoş görmez. Modernliğin şuurumuzda ve kalbimizde yol açtığı büyük hasar; kıskançlık gibi, bencillik gibi kötü hasletlerin normal olduğunu, hatta iyi olduğunu bize aşılamaya çalışmasıdır. Dolayısıyla bütün masumiyetimizi, o masumiyet perdesini, ar perdesini tabiri câizse, yırtıp atmasıdır. Yeniden bir ihyâ düşünüyorsak eğer, yapmamız gereken temel iş, atmamız gereken temel adım bu masumiyetin yeniden inşâsı, ar perdesinin tertemiz ellerle dikilmesidir. Ar perdesi en çok gençlikte yakışır, gençlere yakışır. Yetmiş yaşındaki bir insanda da ar perdesini görmek bizi sevindirir şüphesiz, ama bu zaten ondan tabii olarak beklenen bir şeydir. Bunu gençlerde yaygın bir şekilde gördüğümüz zaman derin bir oh çekerek Elhamdülillah diyebiliriz.


14 Eylül 2003
Pazar
 
MUSTAFA ÖZEL


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED