AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

Y A Z A R L A R
İsrail-Arafat dengesi

İsrail'in sürgüne gönderme kararı aldığı Filistin Devlet Başkanı Arafat yeniden Filistin meselesinin odağı haline geldi. İsrail'in her sıkıştırdığında yeni bir boyut kazanan karizmatik kişiliğinin bu sürgün kararından da güçlenerek çıkacağından kuşku yok. Ramallah'ta kuşatılmış vaziyette, mum ışığında dünyaya seslenen yarı gölgeli çehresiyle hatırladığımız Arafat… Yine aynı yerde, yarı yıkık başkanlık sarayında bir köşede beklerken birden bire dünyanın ilgi odağı haline geldi. Yurdundan sürülmek istenen bir liderin dramı karşısında Filistin halkı kadar ırkçılık ve baskıya karşı duran tüm dünyanın sahiplendiği bir figür haline dönüştü. Efsanevi özgürlük savaşçısı figürü çizen yorgun çehresinin televizyon ekranlarına yansıyan kıvrımlarının kariyerine kattığı saygınlık ifadesini kazanması için olduğu yerde durması bile yetiyor. Arafat'ı karizmatik bir lider haline getiren onun kişiliği olduğu kadar İsrail'in izlediği "Arafat politikaları"nın bir sonucu olduğunda bir kuşku yok.

Burada İsrail katkısından kasdımız, Filistin sorununda Filistinliler'in haklılığı ile İsrail'in işgal ve ırkçı politikaları arasındaki bir karşılaştırma sonucu Filistin davasından ötürü Arafat'ın haklılığı değil şüphesiz. Sorun Filistin-İsrail bağlamında kimin haklı, kimin kan dökücü olduğu karşılaştırmasını yaparak bir tarafı tutmakla ilgili değil.

Filistin hareketinin liderliğini yapmış bir Arafat'la, İsrail'in Arafat politikası arasında kurulması gereken ilişkiye dikkat çekmek gerekiyor. İsrail'in bir işgal politikası, Filistinliler'e karşı uyguladığı bir devlet politikasının olduğu muhakkak. Ayrıca, tüm bunlardan bağımsız olarak İsrail'in bir Yaser Arafat politikasının varlığından bahsetmek mümkündür.

Komplocu yaklaşımları bir yana bırakırsak, Arafat'la İsrail arasındaki ilişkinin zaman zaman aşk-nefret ilişkisini hatırlatacak kadar duygusal olmasa bile, yapışık bir ilişki olduğu sonucunu çıkartabiliriz. Böylesi çapraşık ilişkiyi besleyen temel faktör; İsrail'in varlığıyla tek taraflı sürekli mahrum etme politikaları olduğu kadar karşı tarafın mahrumluğu ve bunun doğurduğu direniş ruhunda aramak gerekir.

İsrail'in adeta bir günah keçisi gibi her şeyin sorumlusu olarak tüm başarısızlıkların ve başına gelen felaketlerin sorumlusu gösterilerek adeta bir köşeye atıldığı bu günde bile Arafat İsrail için önemlidir. Bu önem ancak bir devlet politikasıyla bu kadar uzun süre istikrarlı biçimde sürdürülebilir. Eğer israil işgali kaldırmayacak ve Filistinliler'in yurtlarına dönmelerine asla izin vermeme yönündeki kararlılığını sürdürecekse Arafat politikası da devam edecek demektir.

Bunun tek nedeni, Filistin meselesi Arafat'sız düşünülemez de ondan. Bu durum Filistinliler açısından bir gerçek olduğu kadar hatta ondan daha fazla İsrail tarafı açısından da geçerlidir. Yani İsrail Filistin politikalarını Arafat'sız yürütemez de ondan. Bu sözlerden Arafat'ın İsrail ajanı olmaklığı gibi sonuç çıkarmak gerekmez.

Bu durumu, ancak genel Ortadoğu satranç tahtasındaki piyonlar ve onların İsrail karşısındaki pozisyonlarıyla izah etmek mümkün olsa da Arafat'ın kişiliği, mücadele yöntemi anlaşılmadan bu aşk-nefreti hatırlatan ilişki biçimi de açıklanamaz.

Buraya kadar söylediklerimizi açıklamaya yardımcı olacak iki olayı hatırlatmakta yarar var. İlki; şu an İsrail Başbakanı olan Şaron'un sorumluluğunda yürütülen Beyrut kuşatması sırasında iki tarafın pozisyonlarına bakalım. Beyrut'ta kuşatılan Arafat yine beton yığını haline gelmiş sığınağından zaman zaman dışarı çıkarak dünya medyalarına direniş mesajları veriyordu. Günler süren kuşatma sonunda İsrail'le anlaşan Filistinli direnişçiler şehri serbestçe terk ettiler. Bunun karşılığında İsrail savaşarak giremediği Beyrut'a elini kolunu sallayarak girdi. Sabra ve Şatilla katliamının yaşandığı savaşta Arafat canlı terkettiği Beyrut'ta değil de Filistin'den binlerce kilometre uzakta, karargahını kurduğu Tunus'ta öldürülmek istenmişti. Tuhaf değil mi?

Beyrut kuşatmasını basından izlediğim o günlerde aklıma şu soru gelmişti: Filisinli direnişler şehri terketmeselerdi, İsrail ordusu sokak sokak savaşarak Beyrut'a girmeyi göze alabilecek miydi?

Aynı Şaron geçen yıl Ramallah'taki karargahında sıkıştırdığı Arafat için "Beyrut kuşatmasında öldürmediği için pişman olduğu"nu söyleyecektir.

Ve aynı Şaron'un başında bulunduğu hükümet, devre dışı bırakma kararı aldığı Arafat için öldürmenin de alternatiflerden arasında olduğunu açıklayacaktır.

Arafat'ın ölümden dönüşü ilk değil şüphesiz. Bu ölümle hayat, Filistin'le direniş arasında Arafat faktörünü kuran ilişki biçiminin sadece İsrail Arafat arasında değil Suriye-Arafat, Ürdün-Arafat arasında mevcut olduğunu Kara Eylül'den Lübnan savaşlarına geçen sürece bakarak söyleyebiliriz.

Gelinen noktada, Filistin-İsrail arasında değil ama Arafat-İsrail arasındaki dengenin hala geçerli olduğunu alınan sürgün kararından sonra ortaya çıkan sürgüne gönderememe durumu daha iyi açıklamaktadır. Bu kez Filistin liderinin Beyrut'ta olduğu gibi sürgüne gönderilmesi değil, sürgüne gönderilememesi gerekmektedir. Aksi takdirde bu ikili arasındaki tarihi denge bozulmuş olacaktır.

Bu dengeyi geçerli ve zorunlu kılan faktörleri komplo teorilerinde aramak daha kolay olsa da Arafat'ın kişiliğinde aramak bir o kadar gerçekçi görünüyor.


16 Eylül 2003
Salı
 
AKİF EMRE


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED