|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Hani bunun medyası? Vatan gazetesinin başlattığı "28 Şubat anıları" dizisi, dönemin hukuksuzluğunu, keyfîliğini ortaya sermesi açısından epeyce iş gördü... Ama o günlerin medyasını "anı dışı" bırakan bir gazeteciliğin yarım gazetecilik olduğunu da söylemeliyiz.
Vatan'ın "Rejimin bıçaksırtı günleri: Yazılamayan 28 Şubat" dizisi başladığında, dizinin ilk iki bölümündeki "anı"ları aktarmıştık... Üçüncü gün, "28 Şubat'ın en ağır uyarısı" vardı Vatan'ın sürmanşetinde... Yazılanlar doğruysa, Çevik Bir, dönemin İçişleri Bakanı Meral Akşener'e şu mesajı göndermişti: "Söyleyin o kadına, gelirsek bakanlığın önünde avanesiyle birlikte yağlı kazığa oturturuz..." Dördüncü gün "anı"sı bundan biraz daha az renksizdi: "KARADAYI'NIN ODASINDA DARBE TARTIŞMASI... Sincan sonrası gergin günler. Kuvvet komutanları ve 2'nci başkan Çevik Bir Genelkurmay Başkanı Karadayı'nın odasında. Gündem: İhtilalin zamanı..." Dördüncü günde ilave olarak Oramiral Erkaya'nın, "Elhamdülillah hepimiz Müslümanız" diyen Erbakan'a nasıl "patladığı" var: "Biz önce Türk sonra Müslümanız. Sizden Türküz lafını hiç duymadım. Siz Osmanlı sadrazamı değil, başbakansınız." Sonraki günlerde yayımlanan "anı"lar ilk dört günde ortaya çıkan "ana fikri" vurgulayan, benzer nitelikte anılardı, o nedenle onları aktarmayı gerekli görmüyoruz... Zaten bugün asıl "Yazılamayan 28 Şubat" dizisinden sonra da "yazılamayan" olarak kalacağı anlaşılan "28 Şubat ve medya" konusunu ele alacağız... Daha doğrusu, Vatan'ın dizisinden kalkarak işin bu yanından kalem oynatan bazı köşe yazarlarının hatırlattıklarını aktaracağız...
E. ÖZKÖK'ÜN HAREM-İ İSMETİ
Okumuşsunuzdur ama gazetemiz yazarlarından Ahmet Kekeç'in söyledikeriyle başlayalım... Kekeç, "28 Şubat'ı yazmış... Hadi ordan" başlıklı yazısında (9 Eylül), dizinin "Darbe askerlerce planlanmış, askerlerce kotarılmış" diye özetlediği ana fikrine karşı çıkıyor: "Gerçekten öyle mi? Serdar Turgut, herkesin 'askerlerin işi' diye bildiği 28 Şubat'ın aslında 'Türk medyası tarafından yürütülmüş bir operasyon' olduğunu yazıyor. Çünkü bu operasyonun en önemli aktörleri, yine Turgut'a göre, Hürriyet ve Sabah gazeteleri ile o medya gruplarının televizyon kanallarında çalışan gazetecilerdi." Kekeç, o günleri yaşayan herkeste "çok yerinde" duygusu uyandıran bir soruyla devam ediyor: "Ertuğrul Özkök'ün harem-i ismetine girmeden, Zafer Mutlu'nun odasında konuşulanları bilmeden 28 Şubat'ı anlayabilir miyiz?"
'ASIL MEDYAYI YAZMALI'
Akşam gazetesi yazarı Zülfikâr Doğan da Serdar Turgut'un yazısından yola çıkıp "bazı ilaveler ve sualler" getiriyor gündeme: "(...) Ancak bu dizide, medyanın, sermayenin, paylaşım pazarlıkları da aralanacak mı? Refahyol'un, Erbakan-Çiller ikilisinin belki de en büyük hatası o dönemde bazı medya patronlarına meydan okumak, teşviklerini, kredilerini kesmek girişimleriydi. "Gerçekten 28 Şubat'ta olan-biteni, yazılamayanları yazmak mühim. Ama sadece işe gelenleri, bugüne ve geleceğe bir etkisi olmayacak olanları değil, gerçekleri, tüm gerçekleri, hepsini yazmak mühim olan. Bilal'in bizzat kendisinin de halen yürüttüğü Ankara mümessilliği ile birlikte gazetelerin Ankara mümessillerinin o devirdeki 'misyonunu' da tüm çıplaklığı ile yazmak gerek. Açıkçası 28 Şubat'tan 'siyaseten - iktisaden - maddeten ve medyaten' menfaat sağlayanları, muhabirlikten gazete patronu olanları, menfaat pazarlıklarını, bu pazarlıklarda medya elitinin rolünü, 'yaz' denilenin yazılıp, 'yazma' denilenin yazılmadığı o devrin, emir-komuta zincirine bağlı, seçkin medyasını, patron komutasını da yazmalı. Asker destekli mümessilleri, siyasetçi-asker talebiyle yapılan medya atamalarını, milyon dolarlık medya transferlerinin aktörlerinin, bugün 'medya etikçisi-temiz ellerci' kesilmelerini, parasını, gücünü, bankasını, (o bankalarda yönetici olan ve ne hikmetse hortumculuktan vareste tutulan gazetecileri, paşaları) şirketlerini yitiren eski patronlarını bir gecede terk edip satmalarını da yazmak gerek. 28 Şubat'ı yazarken asıl medyayı yazmak gerek." Haksız mı Zülfikâr Doğan? Bir hadisenin "mütemmim cüzü"nü yazmadan o hadise hakkında bilgi sahibi olmak mümkün mü? Bizce, Doğan'ın "Bilal kardeş"e seslendiği şu satırlar da çok güzel: "Bilal kardeş! Medya önce kendisi arınmadıkça, asıl haberin yapılması, hakkında yazılması gerekenler medyanın tepesinde oturdukça ve nihayet yazılması gereken zamanında yazılmayınca, yazılmayanı yazmak olmaz."
'MEDYANIN DOLDURUŞUNA GELDİK'
Son olarak Zaman gazetesi yazarı Tamer Korkmaz'ın iki gün üst üste yazdığı yazılardan alıntılar aktarmak istiyoruz... Korkmaz, önce nevzuhur 28 Şubat eleştirmenlerinin "duruş"larına açıklık getiriyor: "İnanılır gibi değil ama, bazıları 28 Şubat sürecinde pişirilen yemek esnasında mutfakta hiç yokmuş gibi davranıyor!" Korkmaz'ın yazısından, bugün "mutfakta yokmuş gibi davrananlar"ın o günlerde pişirip fırına verdiği bir yemeği de hatırlayalım: "Gerçekte hiç olmayan bir irtica yemininin (ilk kez 1966'da İlhami Soysal Akşam gazetesi için uydurmuştu) Türkiye'deki bir Kur'an kursunda ettiriliyormuşçasına 1997'de egemen medyanın tümünde hiç sıkılmadan manşetlerden verilmesi, ardından da 'bu dosyanın' MGK'da gündeme getirilmesi, hangi insafa, hangi gazetecilik ahlakına ve de bir derin devlet için hangi 'makul ölçü'ye sığar acaba?" Tamer Korkmaz, 10 Eylül tarihli "Bir gün sıra 'asıl yazılamayanlar'a da gelecek" başlıklı yazısında ise "28 Şubat'ın simge ismi Çevik Bir'in geçen yılın ekim ayında dar dairedeki bir sohbette" söylediğini öne sürdüğü şu sözleri hatırlatıyor: "28 Şubat'ta bizi medya dolduruşa getirdi..." Bu "dolduruş"un hikâyesi yazılmadan 28 Şubat'ın "yazılamayan" öyküsünün yazıldığı söylenebilir mi? (A.G.)
28 Şubat dizisi meğer neyi göstermiş? Vatan gazetesi başyazarı Güngör Mengi, 15 Eylül tarihli "Asker ve iktidar" başlıklı yazısında, gazetesinde yayımlanan 28 Şubat dizisinden "Çıkarlarına uygun mesajlar üreten değişik çevreler"e ağzının payını verdi... Bundan, "Dizi dönemin hukuksuzluğunu ve keyfîliğini ortaya koyuyor" diyen bizim gibi "saf"lar da payını alıyor kuşkusuz... Bakın, dizi meğer neyi göstermiş:
"(...) Dizinin, MGK'yı AB normlarına uygun hale getiren reformun gerçekleştiği günlere denk gelmesi bir bakıma iyi oldu. Çünkü 28 Şubat'a yönelik intikam naraları bu reformun rejimi güvencesiz bırakacağı tedirginliğini yaratabilirdi toplumda. Dizi, böyle bir güvenlik boşluğunun hiçbir zaman doğmayacağı inancını sağlamlaştırmıştır. (...) "Kim ne derse desin 28 Şubat, büyük bir tehdidin Anayasa ve demokrasi kuralları içinde bertaraf edildiği bir başarıdır. Şeriatçı bir kalkışma teşebbüsü karşısında laik rejim, geçit vermezliğini kanıtlamıştır. Bu gerçek, hayal peşinde koşanların bir kesiminde uyanış süreci başlatmış ve değişimin ilhamını yaratmıştır." SORU: Madem öyle, madem "işaret fişeği" atıldığında gene aslanlar gibi en önde medyacılık yapacaksınız... Madem niyetiniz darbecileri değil milleti ve siyasetçileri korkutmaktır... E, bu durumda diziyi sunarken ettiğiniz "Bunları yazmak yürek ister", "Ya Vatan olmasaydı, ne yapardı bu millet" afra tafraları neydi öyle?
'Pardon' ile kapanabilecek bir iş mi?
Hürriyet okurlarından Kemal Yavuz B., gazetesinin "Okur Temsilcisi"ne görderdiği mektupta, geçen haftanın "en münasebetsiz" başlığı hakkında bakın ne demiş: "11 Eylül tarihli gazetenizde, İsveç Dışişleri Bakanı Anna Lindh'in bıçaklı saldırıya uğramasına ilişkin 1'inci sayfada yer alan haberde 'Teröriste sahip çıkan kadın bakan bıçaklandı' başlığı atılmış. Başlıkta, kadın bakan, teröre sahip çıktığı için iyi ki bıçaklandı izlenimi verilmiş. Bu başlığı gerçekten bu amaçla mı attınız? 'Türkiye aleyhine konuştu' diye insanların saldırıya uğramasını alkışlayacak mıyız? Kaldı ki, İsveçli bakanın son zamanlarda Türkiye'ye destek verdiği biliniyor, bu basına da yansıdı." Görüyorsunuz, çok aklı başında ve yerden göğe kadar haklı bir eleştiri... Nitekim (hatırlayanlar olacaktır) söz konusu başlığa ilişkin benzer bir eleştiriye Kronik Medya'da da yer vermiştik. Peki bu çok haklı, çok yerinde eleştiriye "Okur Temsilcisi"nin verdiği yanıt nasıl? Şöyle: "Başlık, Hürriyet'in yazı işleri toplantılarında gündeme geldi ve eleştirildi. Okurlarımızdan da tepki geldi. Başlığı atan arkadaşımız eleştirileri haklı buldu. Üzgün olduğunu belirtti."(!) Yani, uzun lafın kısası, "Arkadaşımız üzgün olduğunu belirtip 'pardon' dedi ve bu iş de böylece kapandı!" Ohh ne güzel bir gazetecilik... Dolayısıyla, "Okur Temsilcisi"ne (ve onun vasıtasıyla Hürriyet'e) hatırlatmak isteriz: Bu türden bir "başlık skandalı", "üzüntüsünü belirti" ya da "pardon" ile geçiştirilebilicek türden bir münasebetsizlik midir? Bu tür münasebetsizlerin gazetecilerin sahip olması gereken en temel "refleksler" uyarınca bırakın sayfada yer almasını, akla bile gelmemesi gerekmez mi zaten? Bize sorarsanız, Hürriyet'in yaptığı bu "özeleştiri" tamamen, Anna Lindh'in beklenmedik ölümünün gazeteyi içine soktuğu sıkıntıdan kaynaklanıyor... "Teröriste sahip çıkan kadın bakan" eğer saldırıyı sadece yaralanarak atlatabilseydi, bu "özeleştiri"yi biraz zor görürdük... (K.B.)
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |