|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Arkadaş sözünden dönmezmiş, vaktiyle 28 Şubat'ı desteklemiş, gene desteklermiş, hele üç beş aydın kırıntısının "rövanş keyfine" hiç pabuç bırakmazmış Ona en güzel cevabı Mehmet Barlas verdi. Kendimi yormayacağım. Yalnız, şu 28 Şubat'ın arkasındaki "kamuoyu desteği"ni çok merak ediyorum. Kimmiş bunlar? Hani 28 Şubat medya, sivil toplum örgütleri ve halkın katılımıyla gerçekleştirilmiş "ortak bir operasyon"du ya... Bakalım öyle miydi? Medya tamam; başlangıçtan itibaren darbenin içindeydi. Sivil toplum örgütlerini de az buçuk biliyoruz. Kendilerine "meslek grubu" süsü veren beş güdümlü örgüt biraraya gelmiş, darbenin tedvirinde rol üstlenmişlerdi. Bu grup, sonradan "beşli çete" diye nam saldı, hatırlayacaksınız Zaten "çete" nitelemesi de kendilerine ait. Bu grubun liderliğini üstlenmiş görünen zat, "Biz Bir Çeteydik" başlığını uygun gördüğü kitabında, Refahyol hükümetini düşürmek uğruna "nelere katlandıklarını", karargahtan kimlerden telefon talimatı aldıklarını, hangi generallerle teşrik-i mesaide bulunduklarını anlatıyordu ballandıra ballandıra. Peki halk? Halk var mıydı 28 Şubat'ın arkasında? Varmış. "Susurluk çetesi"ne karşı başlatılan "Sürekli aydınlık için bir dakika karanlık" eylemi darbenin arkasındaki halk desteğini gösteriyormuş. Olabilir mi? Arkadaşımız oldurmuş bile... Utanmadan, "Sönen lambalar, 28 Şubat'ın arkasındaki halk desteğinin kanıtıydı" diye yazıyor. Belki dönemin Başbakanı'yla Abdullah Çatlı arasında hiyerarşik bir ilişki vardı. Belki Susurlukçular uyuşturucu ve kaçakçılık işlerinde Necmettin Erbakan'ın Balgat'taki konutunu kullanıyordu. Hasan Mezarcı, Şevki Yılmaz, Hasan Hüseyin Ceylan, Şükrü Karatepe de muhtemelen çetenin üyeleriydi... Biliyorum, bu dakikadan itibaren ne yazsanız, ne söyleseniz boş. 28 Şubat'a meşruiyet arama telaşına düşmüş bu adamlara haddini bildirmekten, hele meselenin "aslında öyle olmadığını" anlatmaktan, doğrusu, yoruldum. Ama onlar yorulmadı. Aynı meşruiyet telaşıyla yazıya kalkışan bir başka hokkabaz da, 28 Şubat'la "demokrasi" arasındaki "trendy ilişki"ye (ne demekse) dikkat çekiyordu: 28 Şubat sürecinde daraltılan siyaset alanı değilmiş, bilakis halkın demokratik katılımına karşı çıkan iktidarın yetkileriymiş... Ve, sıkı durun: "28 Şubat darbe değil, gücünü 'hukuk'tan ve ülkemizdeki 'çok kültürlü' yapıdan alan sivil bir devrimdir. Her devrim gibi, bu da kendi meşruluğu içinde değerlendirilmelidir." Bu da "kavramlarla meşrulaştırma" oluyor. Bildik tanıdık kavramları peş peşe sıralayıp, bir de öznesi fiili yerinde bir cümle kurduysanız, sallayın gitsin. O kavramların tanım alanına giren her şey, siz istemeseniz de, meşrulaşacaktır. Ne diyordu, Cumhurbaşkanı seçilebilmek uğruna, vaktiyle katlettiği sivil toplumdan icazet dilenir duruma düşen mütekait general? "Biz bu işe sivil toplumun önünü açmak için kalkıştık." Siyaset alanını daraltan, ama sivil toplumun önünü açan bir darbe. Hoş... Aslında bazı kavramları ele alıp yeniden tanımlamak gerekiyor. Çünkü, "etkili çevreler" adına egemenlik savaşı veren ve aralarında çok sayıda yazar, gazeteci, bilim adamı ve sanatçının bulunduğu "neo-militarist" çephe, mezkur kavramları yeniden tanımlamayı, hatta sorgulamayı icbar ettiriyor. Ama buna gücüm yok. Gerçekten çok yoruldum.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |