|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Bir din alimi olarak Süleyman Efendi din adamlarını nasıl tarif ediyor? Dedem, gerçek din adamını, halkın dînî icapları yerine getirmesinde, bazı bakımlardan kendisine muhtaç olduğu kimse olarak tarif etmiştir. İslâm'da Batı'da olduğu gibi bir ruhban sınıfının bulunmadığını, ancak din âlimlerinin bulunduğunu söylermiş. Din aliminin dışındaki din görevlileri ise sadece pratik zaruretlerle ilgili düzenleme unsurlarından ibârettir. Dedemin şu sözleri de gerçek din adamının niteliklerine işaret etmektedir: "İlim mâluma, âlim ilme, din adamı dine tâbidir. İslâm'da âlimler din üzerinde şahsi takdirleriyle ve keyfi yorumlarıyla hiçbir tasarrufta bulunamazlar. Devamlı gayret içinde bulunacağız. Bir günümüz bir günümüze eşit olmayacak. Bilgiye, tefekküre, ilme, önem vereceğiz. Ya öğreten olacağız, ya öğrenen." Dedenizin Nakşi meşrebte olduğu biliniyor. Kendisi tasavvufa nasıl bakıyordu? Merhum Süleyman Efendi'ye göre tasavvufun gayesi imanı pekiştirmektir. İhlasın pekişmesidir. Kendileri gayenin harikulade şeyler görmek olmadığını belirterek, "Âlemin gördüğü bize de yeter. Gaye ihlası derinleştirmektir. Gaye fazladan maarif tahsili değildir. Her ne kadar bu yolda fazladan bilgiler hasıl oluyor gibiyse de sonunda onlar yok olur. İttiba olunması gereken bilgiler sekr değil, sahv makamının bilgileridir. Keşf ve ilhamın doğru olup olmadığı ehli Sünnet alimlerinin bildirdiklerine uygun olup olmaması ile anlaşılır. Doğru bilgiler, doğru sözler, daima birbirini teyid eder, tamamlar. Hakikati savunan birliği ve beraberliği savunmuş demektir. Sıhhatli düşüncenin yegane yolu nefsaniyetten arınıp akıl ve kalp ile düşünmektir" dediğini biliyoruz. Dedeme göre tasavvuf, İslam'ı zevkle yaşamanın adıdır. Bu durumda mükellefiyetleri yerine getirmenin o insana ağır gelmeyeceğini, zevkle-sevinçle-sururla karşılanacağına dikkatleri çekmiştir. Merhum Süleyman Efendi'nin şu sözlerini aktarmam gerekiyor: "Yapmamız îcab eden mesuliyet ve mükellefiyetler kurtulunması gereken bir yük gibi değil, gönülleri kanatlandıran ve her türlü karartıcı nefsaniyet alakalarından sıyrılıp gerçek hürriyete eriştiren bir mazhariyet hâlini alır. Tasavvufun kendisi gâye değildir. Gayeye varmanın vasıtasıdır. Gaye hakikattir. İslâm'ın hakikatidir. O hakikatin yaşanmasıdır. İman nuru ile aydınlanan akıl, fikrî görevlerini gayet kolaylıkla ifade eder. Manevî yardımlaşma ile de eksikler gedikler tamamlanır. Kardeşlik duygusunun ahengi teessüs eder." Din ve siyaset ilişkilerine nasıl bakardı? Merhum dedem gündelik siyasetten uzak bir insandı. O'nun bütün meşgalesi Kur'an ilimlerinin unutulmamasıydı. Yakınlarına, "Din asıl, dünya ve siyaset fer'idir. Dünya ve siyaset dinin inkişâfına alet olabilir. Fakat din, dünya menfaat ve siyasetine âlet olamaz. Alet edenlere lanet vardır" şeklinde tavsiyelerde, uyarılarda bulunduğunu biliyoruz. Dedemin, 'Biz değişmedikçe Cenab'-ı Hakk'ın bizim halimizi değiştirmeyeceği, başımıza gelenlere nefsimizin sebep olduğu ve nasılsak öyle idare edileceğimiz unutulmamalıdır" cümlesini de sık sık kullandığını merhum babam zikrederlerdi. Aileniz Süleyman Efendi hakkında konuşmamak konusunda çok titiz davrandılar. Siz de öyle. Neden? Biraz önce de söylemiştim, Süleyman Efendi Hazretleri'ni bu dünyada en iyi anlayanlardan biri damadı, rahmetli babam Kamil Denizolgun'dur. Kendisi hiçbir zaman dedemin ismini kullanmamış, aksine bu konuda son derece titiz davranmıştır. Bizden de bunu beklerdi. Çocukları olarak millete mal olmuş bulunan dedem hakkında konuşmak konusunda aynı tutum içerisindeyiz. Kemal Kaçar Bey'in konumu neydi? Süreç içinde diğer damadı Kemal Kaçar Beyefendi, doğal olarak cemaatin, Kur'an Kursları'nın ve yurtların yönetimini deruhte etmiştir. Ama bu manevi yönden değil maddidir. Bir ağabey olarak yürütülen işleri uhdesine almıştır. Dedem, yerime şu geçecek bu geçecek dememiştir. Böyle biliyoruz. Merhum dedem hiçbir zaman şeyh kelimesini de kendisi hakkında asla kullandırmamıştır. Bazı Arabî eserlerde geçen 'Şeyh' kelimeleri üzerinde talebelerine izahat verirken, 'Araplar'da yaşli zevata, Hindistan'da ulemaya, Anadolu'da ehl-i tasavvufa, Türkistan'da ise mezar bekçilerine şeyh denilir' şeklinde latife yaptığı zikredilirdi. Süleyman Efendi'nin dînî çizgisini nasıl değerlendirmek gerekir? Dedem hakkında yazılanları şöyle toparlamak mümkün, hayatını Kur'ân öğretimine vakfetmiş, Kur'ân'ı bilen ve yaşayan öğrenciler yetiştirmiştir. Yetiştirdiği talebeleri itikadda ve amelde Sünnî'dirler. Amelde büyük ekseriyetle Hanefî mezhebine, itikadda İmam Mansur Matüridî Hazretleri'ne mensupturlar. Meşreben Nakşîdirler. Nakşîliğin en büyük mümessili olan İmâm-i Rabbânî Hazretleri'ne bağlı ve onun yolunda irşada izinli bir mürşid-i kâmildir. Şu halde "Süleymancılık" diye Tunahan Hoca'nın icad ettiği ne bir mezhep, ne de bir tarikat mevcuttur. Fakat, Süleyman Efendi, hizmetleri ve hizmete gönül veren talebeleri vardır. Bütün talebelerini de Ehl-i Sünnet inancına eksiksiz bağlı olarak yetiştirmiştir. Okuttuğu "Emâlî" ve "Nesefî" adli metin kitaplarla İslam itikâdının temelini öğretirken "Şerh-i Akâid" ile de günümüzdeki ve tarihteki sapık fırka ve mezhepleri talebelerine tanıtmış ve dalâlet fırkalarına düşmekten korumuştur. İnanç sapıklığı içerisinde bir tek talebesi olmamıştır. İslâmiyet'i tercüme kitaplardan öğretmek yerine, Osmanlı medreselerinin takip ettiği temel ders kitaplarından, orijinal ilim dili olan Arapça'dan okutmuş ve öğretmiştir. Süleyman Efendi Hazretleri, kendisinin "Zamanımız sür'at zamanıdır" sözünü ilim öğretme üslubunda aynen tatbik etmiştir. Hz. Allah tarafından kendisine ihsan edilen, maddi ve mânevî tasarrufların neticesidir ki eskiden 20-30 senede tahsil edilen ilimleri, 2 sene gibi çok kısa bir zamana sığdırarak, yüzlerce, binlerce din âlimi yetiştirmiş ve vatan sathına yaymıştır.
- BİTTİ –
1. Bölüm: Ömrü Kur'an hizmetiyle geçti
|
|
|
|
|
|
|