|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Elbette Avrupa Birliği'ne girelim de, bazı kurum ve mahfillerin hassasiyetlerini de dikkate alalım. Bunu söyleyen bir milletvekili. Dışişleri'nde önemli görevlerde bulunmuştu. Baykal'ın da mutemet adamlarından biri. Tabii ki belli kurum ve mahfillerin hassasiyetlerini dikkate almak gerekir; ama bu ülkede karar mercii, neredeyse her konuda "hassasiyet" gösteren mahut kurum değil, parlamentodur. Avrupa Birliği, çağdaş zamanlarımızın "Kızıl Elma"sı olarak dayatıldı ve neredeyse resmî hedef haline getirildi. Öyle ki, süreç içinde, resmî hedeften vazgeçer gibi olanların cezalandırıldığına bile tanık olduk. Örneğin, "Avrupa Birliği Hıristiyan kulübüdür" görüşünü seslendiren bir siyasi parti, bugün "Avrupa Birliği'ne karşı değiliz, ama..." kalıp cümlesine sığınan bir kurum tarafından alaşağı edildi. "Zaten bizi üye yazmayacaklar" diyeceksiniz. Olabilir. Bahaneleri, hep işkence suçları, "etnisite" problemi, insan hakları ihlaliydi ama, bu sadece görünüşteydi. Mümkün. Çünkü, Türkiye'yi "insan hakları"ndan sigaya çeken iradenin, sadece işkence konusunda değil, YAŞ kararları ve "başörtüsü" meselesinde de aynı duyarlığı göstermesi gerekirdi ki, bu hiç bir zaman böyle olmamıştır. Demek ki, Avrupa Birliği'ne "tarafmış gibi" yapanlar sadece işin muhabbetinde. Düne kadar, Batılılaşma'nın enikonu bir "üstyapı devrimi" olduğunu savunuyorlardı. Kravat takmak, Mozart dinlemek, fast food tıkınmak "Batılılaşmak" için yeter şarttı onlar için. Bugün, Batılı kadar üretememenin, Batılı ölçüsünde düşünememenin bizatihi o (ithal ikameci) üstyapı devriminden kaynaklandığını görüyorlar; ama statükodan vazgeçmek de istemiyorlar. Eski AB Dönem Başkanı'nın, "Avrupa Birliği'nin geleceğinde böyle bir Türkiye'nin yeri yok" sözleri, "demokratikleşme" konusunda mütemadiyen yan çizen belli kurum ve mahfillere derin nefes aldırmıştı. Gelgelelim yeni iktidar döneminde "üyelik" umutları yeniden yeşermeye başladı. Bundan korkuyorlar. Bakmayın, "AB'ye karşı değiliz, ama... Bazı hassasiyetlerimiz var" demelerine. AB'ye girmeye niyetleri yoktu. Hiç olmadı. Bu kesim, çünkü, Kopenhag kriterlerinin ulusal çıkarlarımıza halel getirecek bir dizi "yaptırımı" içerdiğini ileri sürüyor. Yanlış da değil... Yanlış olan, "doğru"nun "yanlış" odaklarca seslendirilmesi. Avrupa'ya bazı şartlarımız varmış; demokrasiyi hangi oranda tesis edeceğimize, hukuku nasıl uygulayacağımıza, ceza ve tevkif evlerimizi nasıl düzenleyeceğimize, işkence yapıp yapmayacağımıza biz karar verirmişiz. Bu şartlarımızı kabul ederlerse, hemen yarın başlayabilirmişiz üyelik müzakerelerine.... Avrupa Birliği'ne "tarafmış gibi" yapanların korkusunu da anlıyoruz elbette. Anlamaya çalışıyoruz. Avrupa sadece büyük uygarlık, güçlü ekonomi, önemli teknoloji değil(di); aynı zamanda sömürgecilikti, dünya savaşlarıydı, çevre kirlenmesiydi, engizisyondu... Ama Avrupa Birliği'ne "tarafmış gibi" yapanların "ayak diremesi"nde bu "sakınca"ların (kuşkuların) hiçbiri yok. Onlar, statükonun bozulmasından korkuyorlar. Statüko, çünkü, "üretmeyen", "düşünmeyen", "dönüştürmeyen" ülkelerde her zaman "geçim kapısı"dır. Kim ekmeğinden olmak ister!
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |